MARDİN Haber Girişi : 24 Eylül 2016 15:20

Dillerin ve dinlerin şehri Mardin

Dillerin ve dinlerin şehri Mardin
Akşam Gazetesi yazarlarından Lokman Dağ'ın kaleminden Mardin gezisi.
Bizim orası inançtır. Fırat’ın Dicle’nin armağanıdır bir yerde. Taptıkları aynı insanların, tapınakları farklı sadece. Ve çan ile ezan sesi birbirine karışır birçok yerde.” Yıllar önce yazmıştım bu mısraları şiirimde. Ve yıllar sonra doğduğu topraklardayım.
Sarı ancak bu kadar yakışır  bu kente. Gündüz seyranlık, gece gerdanlıktır kadim şehir. Sen gece gerdanlıktan seyredersin yalancı maviliği, lebi derya sanırsın. Uzak köylerin ışıkları ise adeta birer gemi...

Bu kez, rotam hoşgörü kenti Mardin… Sırt çantamda yüküm epey ağır. Anılarım, düşüp kalktığım çocukluğum, kabuk tutmaz yaralarım var. Ne zaman büyülü şehre gelsem tuhaf olurum. O nedenle mısralarıma şiirimle başladım. Önce eski Mardin’e şöyle uzaktan baktım. Sonra güzel bir rota çizdim kendime. Güne Kasımiye Medresesi’den başladık. Rehberlerim ikiz kuzenlerim Nedim ve Necim Dağ kardeşler. İnanın bu yaşa geldiler hangisi Nedim hangisi Necim hâlâ karıştırırım. Biri genç yaşına rağmen Mardin’in ünlü avukatı, diğeriyse çok başarılı, idealist bir öğretmen. Kasımiye Medresesi 15. yüzyılda inşa edilmiş. Mükemmel bir yapı. Tam ortasında hayat havuzu var. O yıllarda astroloji için havuzdan yıldızlar incelenirmiş. Gerçekten çok görkemli bir yer. Mezopotamya ovasına hâkim. Çok güzel fotoğraflar çekebileceğimiz şirin bir yer. Bir de orada mükemmel küçük rehberler var. Okul harçlığına size tüm Mardin’in mitolojisini anlatabilirler. 

“PARİS’İN EYFEL’İ VARSA MARDİN’İN ULU CAMİSİ VAR’’

Kasimiye Medresesi’nden sonra yolumuzu Kız Meslek Lisesi’ne çeviriyoruz. Oradan Ulu Cami’ye güzel bir selam verdikten sonra minareyle harika fotoğraflar çektirebilirsiniz. Yapmanız gereken doğru yerde ve doğru açıda durabilmek. Kimisi minarenin ucundan tutuyormuş gibi yapıyor, kimisi sırtını yaslıyor, kimisiyse ‘minareyi çalan kılıfına uydurur’ pozu veriyor, bunu da ben uydurdum...

DEYRULZAFARAN MANASTIRI

Mezopotamya’ya karşı harika fotoğraflar çektikten sonra yönümüzü Deyrulzafaran Manastırı’na çevirdik. Deyrulzafaran Manastırı için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Çünkü Deyrulzafaran’da tarih üstünde tarih yatıyor. Tarihi İsa’dan sonra 5. yy kadar dayanıyor. Güneş Tapınağı olarak kullanılmış ilk zamanlar. Uzun süredir Süryani Kilise’si olarak kullanılıyor. Güneş Tapınağı’nın giriş kısmı beşik tonozlu şekilde yontulmuş taşlardan oluşmakta. Herhangi bir kireç, çimento kullanılmadan tamamen birbirine geçme ve kilit taş sistemi ile inşaa edilmiş. Muazzam bir yapıt. Muhakkak görmeniz gereken yerlerden biri.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN AYAK İZİ

Mardin’de muhakkak uğramanız gereken yerlerden biri. Sıttı Radviye’nin yani diğer adı ile Hatuniye Medresesi 1177-1185 yılları arasında yaptırılmış. Anadolu’daki Artuklu eserlerinin en önemlilerinde taş işçiliğinin sanata dönüştüğü güzel yapılardan. Cami içindeki ses düzeneği ise bir harika. Mihrapta ezan okunduğunda sanki hoparlörden çıkıyor ses. Ama asıl önemli olanı ise Caminin içinde Hz. Muhammed (s.a.v) ait olduğu kabul edilen ayak izi bulunuyor. Yavuz Sultan Selim Mısır seferine çıktığında Mardin ve Diyarbakır’dan geçiyor. Mardin halkı şehrin anahtarını kendi elleri ile Yavuz Sultan Selim’e teslim ediyor. Mısır Seferi dönüşü, bu güzel davranış karşılığında kutsal emanetlerden biri olan HZ. Muhammed’in ayak izi ve sakalı şerifi Mardin’e bırakılıyor. Sonra kendimi Mardin’in dar ara sokaklarında buluyorum. Tarihe harika bir yolculuk yapıyorum. Ama yaya olarak yapmanız gerekiyor bu yolculuğu, çünkü araçlar giremiyor. Ya yürüyerek ya da şanslı iseniz eşeklerle gezebilirsiniz. Yavaş çıkmanızı tavsiye ediyorum çünkü yokuş yukarı sürekli Mardin nefesiniz kesilebilir. Ama gülü seven dikenine katlanacak elbette. Dar ve ara sokaklar sizi Mardin’de en yukarıda bulunan Zinciriye Medresesi’ne götürecek. Yine o afacanlar size tüm tarihini anlatacaktır. Soluklanmak için güzel bir kafeye oturdum. Mezopotamya’ya karşı güzelce bir menengiç kahvesi içtim. Her yudumda çocukluğuma gittim. Hoşgörü bahçesine. Bir komşunuz Süryani’dir, biri Yezidi, diğeri Arap’tır, biri Türk diğeri Kürt ama hepsi kardeştir. “Sen, Ben, O yoktu o zamanlar Biz olduğu zamanlardı” diye iç geçiriyorum. Sonra uçsuz maviliğe uçan güvercinlere takılıyor gözlerim. Levent Güneş’in o harika şarkı geliyor aklıma. “Mardin Dağlarında bir kuş olaydım/ Yarin yollarına gelip konaydım... “Bazen özgürlük bir kuşun kanadındadır ve sen kuş olmak istersin.

MARDİN MÜZESİ MUTLAKA GÖRÜLMELİ

Kahveden sonra yokuş aşağı Sapancı Vakfı tarafından restorasyonu yapıldıktan sonra Mardin Müzesi’ni kesinlikle ziyaret etmelisiniz. Mardin kültürüyle ilgili hiç bilmediklerinizi orada öğrenebilirsiniz. Müze bir dönem Süvari Kışlası olarak kullanılmış daha sonra Vergi Dairesi Binası, en son Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilmiş ve sonra bu güzel müze ortaya çıkmış. Müzeden sonra uğramanız gereken önemli yerlerden biri de yol kenarındaki hediyelik eşyacılar. Mardin’e özgü şallar, puşiler ve tabii ki Telkari işçiliği olan harika gümüşler alabilirsiniz. Aynı zamanda badem şekeri ve Mardin’in taş nohutları ve leblebilerini deneyin tadına bayılacaksınız. Sonra rüzgâr sizi Mardin’e çok yakın olan Nusaybin yolu üzerindeki Dara Antik Kente götürüyor. Burası şirin bir köy, muazzam bir tarihi var. Tam geçmişi hala bilinmiyor. Yazılı kaynaklarda M.Ö. 530-570 yıları arasında kurulduğundan bahsediliyor. Çünkü kazılar yapıldıkça yeni uygarlıkların izleri bulunuyor. Ve uzun süredir yenileme çalışması devam eden kilise bitmek üzere inanın turist akımına uğrayacak. Aynı zamanda dünyanın ilk su barajının da Dara’da olduğu tahmin ediliyor. Eğer sarnıçlara uğrarsanız mağaralara çizilen planlarını da görebilirsiniz. Mola Vermek için Beyaz Su, ya da halk arasında Subaşı dedikleri yerde harika bir balık ya da ızgara keyfi yapabilirsiniz. Burası sanırım Mardin’in en yeşil yeri. Buz gibi akan suyun içine bir de masa kurarsanız sanırım oradan kalmak istemeyebilirsiniz. Artık Nusaybin’e çok yakınsınız. Gelmişken dünyanın ilk üniversitesi olarak kabul edilen Mor Yakup Kilise’ni de ziyaret edin.

MİDYAT’IN İNCİSİ MOR GABRIEL MANASTIRI

Midyat’a gitmez iseniz inanın geziniz yarım kalır. Harika konakları ise doğal bir plato öyle ki birçok dizi ve filme ev sahipliği yapmış. Artık konaklara dizi isimleri verilmiş. Son olarak Sıla dizi güzel konağa ismini vermiş. Gezmeniz gereken önemli yerlerden biri. Ve İçinde üniversite tarafından unutulmaya yüz tutmuş Telkari İşçiliği yaşatılmaya çalışılıyor. Şehir merkezini gezdikten sonra siz de inzivaya çekilmek için Mor Gabriel Manastırı’na uğrayın. Burası dünyanın ayakta duran en eski Süryani Ortodoks Manastırıdır. Güngören Köyü sınırları içerisinde Süryanilerin anayurdu olarak bilinen Turabdin platosunda bulunmaktadır. Ustalar yine yüreklerini, sevgilerini, aşklarını işlemişler duvarlara. Sonra sesli düşünüyorum, “Belki de ağaç olmadığı için bu kadar taş böyle özenle işlenmiş. İyi ki o taş ustalarımız varmış.” daha o kadar çok yer var ki bence herkes ölmeden önce bu güzel kenti gezip dolaşmalı. Sırf eksik kalmamak ve kardeşçe yaşamanın nasıl olduğunu anlamak için. Saygılarımla, Hoşça kalın.

Lokman Dağ