YAZILAR Haber Girişi : 15 Aralık 2014 11:03

Melayê Omerî'den Ortadoğu eksenli makale

Melayê Omerî'den Ortadoğu eksenli makale
Yazarımız Melayê Omerî, Ortadoğu eksenli bir makale kaleme aldı.
 
ADALET VE GÜVENLİK EKSENİNİNDE ORTADOĞUDA HALKLARIN BERABERCE BİR BİRİNE YAKLAŞMALARI NASIL OLMALI

Tarihin ilk insanları olan Habil ve kabil ile başlayan ezen-ezilen mücadelesi günümüze kadar hiç aksamadan sürekliliğini korumuş ve öyle gözüküyor ki hayatın sonlanacağı ana kadar da sürekliliğini koruyacaktır. Onurlu bir dinin temsilcileri olarak biz Müslümanlara düşen görev ise her zaman zayıf düşürülmüş, horlanmış, ezilmiş kesimlerin yanında yer alıp onlara destek olmak, onları bu hale getirenlere karşı gelmektir.

Eskiden İslamiyet zulmü ortadan kaldırdığı için Müslüman ve Müslüman olmayanın farkı: namaz kılan kılmayan olarak kabul edilirdi. Günümüzde ise: gerçek dindar ile sahte dindar ayrımı başka bir mecraya oturtulmaktadır. Mazlumiyet asrı sayılan asrımızda ise bu fark, insan merkezli bir mefkûreye sahip olan ve olmayan olarak değerlendirilir, temiz vicdanın tecellisi de olan mazlumdan taraf olma erdemi! Bu bağlamda: hakiki dindar, mazlumlar arasında din, dil ve ırk farkı gözetmez ve aynı tepkiyi gösterir.

Öldürülen FİLİSTİN, UYGUR, ARAKAN, MYANMAR, ŞENGAL ve ROJAVA çocuğu arasında ayrım yapılmaz.  Sahte olan dindar da mazlumlar arasında fark gözetip birisi için gözyaşı döker fakat kendinden ve Kerbela faciasında yaşananları yaşayarak susuzluktan ölen mazlumu görmezden gelir.
 
Değerli kardeşlerim,
Bütün insanlar babamız âdemden olduğundan ve bütün Müslümanlar Hz. Muhammed’in ümmeti olduğundan dolayı hepimiz kardeşiz. Bu kardeşlik hak, hukukun inşasıyla, sorumlulukların paylaşımıyla, özgürlüklerin verilmesiyle ve eşitliğin yerine getirilmesiyle meydana gelir ve devam eder. Kardeşlerden birisi kendine istediği iyilikleri kardeşine de ayni istemelidir ve kendisine layık görmediği ve istemediği şeyleri kardeşine de istememelidir. Eğer öyle değilse kardeşlik iddiası inandırıcı değil ve içi boş bir iddiadan ibaret olur.
Ümmeti teşkil eden milletlerin özgürlüğü dünyada şerefli bir hayat idame etmeleri için kendi aralarında hile ve düzenbazlıktan temiz bir kardeşliği tesis etmelerine bağlıdır. Ümmetin üyelerinin kardeşlikleri ve birlik beraberlikleri mutlaka hukuksal zeminde sağlamlaştırmaları gerekiyor. Birbirine karşı kucaklayıcı yardım edici olmalı, siyasi kültürel ve ekonomik alanda birbirlerine destek çıkmalıdırlar. Ümmeti vücuda getiren her millet, hayatın şartlarına göre kendi ayaklarının üzerinde durabilmelidir. Çünkü kendi iç ihtilaflarından kurtulamayan ve birliğini sağlamayan halk hayata her dem ümmetin ayak bağı olacak. Bu duruma düşen halk ümmetin üyeleriyiz diyen öteki halklar ve kardeşiz diyen uluslar tarafından yardım edilmeli elinden tutulmalı ve ayağa kaldırılmalıdır ve zor durumda bırakılmamalıdır. Çünkü kardeşliğin hukuku bunu gerektirir. Eğer yardım eli uzatılmazsa halklar arasında iddia edilen kardeşlik nidaları gerçek kardeşlik değil sözde bir kardeşlik olur ve ümmetin birliğinden bahsedilemez.
 
Ümmetin birliğinden bahsedilirken, ümmetin üyeleri olan halkların tümünün mutlaka tek bayrak altında yaşaması gerekmiyor. Çünkü tarihten anlaşılıyor ki nubuvet ve hulafa-i raşidin dönemi hariç, fiziki bir birliktelik tam anlamıyla gerçekleşmemiştir. Bu nedenle her kavim kendi geleceğini dini, ulusal, siyasi, bilimsel, ekonomi ve kültürel alanlarda kendisi inşa etmeli ve ilerletmelidir.
Ümmeti teşkil eden güçlü uluslarda bir sorumluluk gereği geride ve güçsüz kalanlara yardım etmeleri gerekir. Ayakta kalabilmeleri ve gelecekte varlıklarını idame etmeleri için halklar arasındaki yardımlaşma, halkların kardeşliği gereğinin bir hukukudur. Çünkü İslam inancına göre nasıl ki müminler (şahıslar) kardeşse yine hakeza mümin halklarda kardeştir.
 
Bugün Ortadoğu’ya baktığımızda büyük kitleleriyle ümmeti oluşturan Arap, Fars ve Türklerin olduğunu görmekteyiz. Bu halklar kendilerine laik, uygun ve hak gördükleri gerek siyasi kültürel ekonomik, ulusal özgürlükler ve hakları Kürtlere bir hak olarak uygun görmediklerini görmekteyiz.
 
Sonuç itibari ile Kürt toplumunun Arap, Fars ve Türklerin sahip olduğu haklardan mahrum bırakıldığını ve nasipsiz olduğunu görmekteyiz. Örneğin Türk toplumu Türkçeyi uluslararası bir dil haline getirmek için, dünya çapında Türkçe dil olimpiyatları düzenlemektedirler ve bununla iftiharda etmektedirler. Buna karşılık Kürtler kendi dillerini her alanda özgürce yaşayamamaktadırlar (konuşamamaktadırlar). Özellikle eğitim ve kamusal alanlarda.
 
Bu duruma binaen halkların kardeşliğinin pratikte inandırıcılığı yoktur. Çünkü bu iddianın ölçüsü, terazisi vardır. O da kişilerin veya hakların kendilerine istediği hak ve hukuku kardeşlerine de istemeleridir. Oysa pratikte görüyoruz ki Arap, Fars ve Türklerin kendi ulusal devletlerinde her türlü ulusal hakları sınırsızca ve özgürce yaşamaktadırlar. Her üç halk da kendilerine laik gördükleri ulusal halkları Kürtlere laik görmezler ve Kürtleri bu haklardan mahrum bırakarak asimile etme çabaları içindedirler. Her üç halk da kendi dillerini kültürlerini Kürtlere empoze etmektedirler.
 
Ortadoğu’ya baktığımızda Kürtlerin Allah’ın kendilerine fıtri olarak (sünnetullah gereği) bahşettiği ulusal hak ve özgürlükleri istedikleri zaman, bu istemlere her üç halkın kendilerinin çıkardığı batıl yasalar gereği şiddetle karşı çıkılır ve bastırılır. Adalet eksenli politikaları değil, güvenlik eksenli politikalar devreye sokulur ki bu politikalar ırkçılık ve küfür mefhumuna dayanmaktadır. Kurana baktığımızda güvenlik eksenli politikalarını uygulayan ilk devletler: nemrut ve firavunun başı çektiği devletlerdir ve bunlar kendi devletlerinin bekasına tehdit gördükleri halkları özellikle erkek masum çocukları katliamdan geçirmişlerdir. Hz. İbrahim ve Hz. Musa örneklerini hatırlayınız.
 
Çağımızda da dünya çapında Amerika birleşik devletleri kendince kendisine ulusal menfaatine tehdit gördüğü her devlete, sisteme ve oluşumlara müdahale etme, yok etme, savaş ilan etme gibi güvenlik eksenli politikalar uygulamaktadır.  Ortadoğu’da da Kürtlere komşu halkların devletleri de aynı güvenlik eksenli politikaları Kürtlere uygulamaktadırlar ve Kürt coğrafyasını viran ederek poligona çevirmektedirler. Kürtler bu zülüm ve haksızlığa karşı başkaldırdıkları vakit {dâhilde kılıç çekilmez denilmektedir} çağrışımlar nidalarıyla kendi haklı davalarından vazgeçilmek istenilmektedir.
 
Tamam, kabul ediyoruz, maden ki biz Kürtler ümmeti teşkil eden halklardan biriyiz ki ümmeti en dürüst temsil eden biziz. Çünkü 1. Dünya savaşı sonunda,  ümmetin birliği, varlığı için kendi kolektif ve ulusal haklarından vaz geçen, feda eden tek halkız.  Bu itibarla Kürtler ümmetin yetimi ve mazlum tek halkıdır. Bunun birinci göstergesi de Arap, Fars ve Türklerin İslam dinini kendi ulusal çıkarlarının hizmetine sokmasıdır. Kürtler ise kendi ulusal çıkarlarını İslam dinine ve ümmetin birliğine feda etmesidir.
 
Binaen aleyh eğer birisi çıkıp derse Kürtler İslam tarihinde bir devlet sahibi olmadılar ki İslam dinini kendi ulusal çıkarlarının uğruna kullansınlar. Bizde şu cevabı veririz. Kürtlerden de İslam tarihinde devletler oluştu. Örnek verirsek, merkezi bu günkü Silvan olan  {Merwanî Kürt devleti} gibi ki bunlar Muş’un Malazgirt ovasında Bizans’a karşı savaşta Alpaslan’ı destekleyerek, Kürtler sayesinde Anadolu Türklere vatan olmuştur.
İkinci örnek: Arabistan’ı ve beytülmukeddesi haçlılardan kurtaran ve hanedanı Kürt olan Eyyubi imparatorudur. Tarih boyunca Kürtlerin dini bağlılığı halis muhlisti sentezci bir din anlayışı değildi.
 
Acaba neden Arap,  Türk ve Fars devletleri Kürtlere karşı kimyasal silahlarda dâhil, her türlü silahı kullanarak Kürtleri katliamdan geçirerek, Kürt coğrafyasını poligona çevirmektedirler. İslam dini hiç bir zaman öyle bir yetki ve hak vermemiştir. Çünkü İslam ulusların hak ve hukukuna, eşitliğine saygıyı emreden bir dindir. “Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Ve bir birinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kavimlere ayırdık. Kuşkusuz Allah katında sizin en hayırlı olanınız takvaca en üstün olanınızdır.” {Hucurat  13.}  Bugünkü uluslar veya milletler arasında tanımanın boyu veya karşılığı nedir? Milletler arasındaki hukuk, her halk kendi diliyle, coğrafyasıyla, kültürüyle tanınır. Kürtlere komşu olan milletler, Kürtleri asimile etmek için her yolu mubah görüp ve bu uğurda her türlü zorbalıktan çekinmemişlerdir. Kürt halkı, Arap, Fars ve Türk halkının sözde kardeşlik nidalarına artık inanmaması ve bu milletlere hak olan, kendinin de hak ve hukuklara sahip olduğunu göstermesi,  bu hak ve hukukları yasalar ve anayasalarla kayıt altına alarak, garanti altına alınması gerektiğini görmek ister. Gerçek şu ki Kürtleri ulusal haklardan mahrum bırakılması, bütün ümmete zarar vermektedir.   Kürtlerin bu halde olmasının yegâne sebebi emperyalist devletlerdir.
 
{İngiliz ve Fransızlardır} bu devletler Kürt coğrafyasını parçaladılar.  İkinci neden de Arap,  Türk ve Fars devletleridir. Bu devletler, uğursuz statüyü, İngilizler ve Fransızlardan devir alarak, emperyalist devletlere vekâleten, her türlü hak mahrumiyetini Kürtlere dayatmaktadırlar. Bunun sonucunda, Kürtlerin bu durumun yükü üç halkın da belini doğrultamamasına neden olmaktadır. Çünkü Kürtlerin bu durumu özellikle siyasi ve ekonomik yükü, bu üç halkın sırtına binmekte ve günahı da bu üç ulusa yüklenmektedir. Çünkü bu üç halkın devletleri bu üç halk adına karar vermektedirler. Bu devletlerin varlığı da bu halklara dayanmaktadır. Bu üç devletlerin günahları da bu üç halkın günah ve hasenat defterlerine de yazılmaktadır.
Nasıl ki kişilerin iradeleri, şahsiyetleri ve hırsları varsa, hakeza milletlerin de iradeleri, hırsları ve manevi şahsiyetleri, akılları vardır. Ve bu manevi şahsiyet ve akıl,  her halkın kendi devletinde tecelli eder. Binaen aleyh, devletlerin işlediği günahlar, vebalı milletlerine mal edilmektedir. Kuranı Kerim’de bunun örnekleri mevcuttur. Yüce Allah Sem’ud kavminin devletinin işlediği günahı, Sem’ud halkına yüklemiştir.  Kuran-ı Kerim’de aynen şu mefhum geçmektedir. Sem’ud kavmi bir mucize olan Hz. Salih Peygamberin devesini kesmiştir. Hâlbuki Sem’ud halkının devleti,  deveyi kesme kararı almıştı ve devletin adamı {tetikçisi}  bu kararı infaz edip uygulamıştır. Yine de bu günah tüm halka mal oldu ve hepsi ceza aldı, helak oldu. Bugün de bu kural geçerlidir. Irak devletinin [diktatörünün} işlediği günah tüm Irak halkına bir vebal, felaket olarak yansımıştır.
 
Değerli kardeşlerim!
Sonuç olarak İslam ümmetini oluşturan milletlerin kendi aralarında eşitliği ve adaleti sağlayacak, her halkı adilce temsil eden bir üst şura meclisi oluşturmaları ve her milletin diğer İslam milletlerin ulusal hak, hukukuna hürmet göstermeleri birer yükümlülüktür.
 
Müslüman milletlerin, birbirlerinin vatanlarını işgal etme,  hegemonyasına alma ve fethetme zihniyetinden vazgeçmeleri gerekmektedir.
İslam ümmetinin tekrar yeryüzünde adaletle hükümran olması,  ümmeti oluşturan milletlerin, birbirlerine zülüm etmemeleri, kendilerine reva gördüklerini, bir diğerine de hak görmeleri, istemeleri, kendi aralarında dayanışma içinde olmalarına bağlıdır. Bu durum gerçekleşirse İslam âlemi, huzur, refah, adalet, özgürlük ve felah içinde olacaktır. Aksi ki bu günkü İslam ümmetinin halıdır. İslam âlemi içinde savaşlar, katliamlar, adaletsizlikler, tarumarlar ve viranlar olacaktır.
Yüce Allah’tan İslam alemine kendi aralarında adaleti  sağlama  ve  birbirlerini tahammül etme  ahlakı nasip  etsin. Amin.