YAZILAR Haber Girişi : 26 Eylül 2018 09:47

Siyasetteki ceketin sonu

Siyasetteki ceketin sonu
Türkiye'nin siyasi literatüründe "ceket" önemli bir yere sahiptir. Siyasette bir saygınlık ifadesi olarak sayılan "ceket" ile siyaset hayatına atılmak ciddi bir avantaj olarak görülür.
Türkiye'nin siyasi literatüründe "ceket" önemli bir yere sahiptir. Siyasette bir saygınlık ifadesi olarak sayılan "ceket" ile siyaset hayatına atılmak ciddi bir avantaj olarak görülür. ‘’Ben oraya ceketimi bile assam insanlar gidip ceketime oy veririr’’ ifadesi en güçlü siyasi söylem olarak anlaşılır ve başka hiç bir soruya ya da açıklamaya gereksinim duyulmadan kişinin güçlü konumuna işaret eder. Oysa bu cümleye anlam bilimi açısından baktığımızda bu ‘’ceket  cümlesi’’,  söyleyen kişinin saygınlığını yansıtmaktan çok halka bir hakaretten başka bir şey değildir. Zira burada kastedilen halkın şartsız koşulsuz bir bağımlılığıdır.Yani burada söz konusu edinen şey,  halkın sorgusuz sualsiz, adeta kör karanlık bir edinimle yöneleceği siyasi kişiyle arasındaki köle- efendi ilişkisidir. Cümlenin ikinci anlam göstergesi de siyasi kişilerin dağarcığındaki halk tanımıdır. Burada siyasi kişilerin olumlu / olumsuz her eylemleri halkta bir değerlendirmeye tabi olmadan, adeta aptalca bir tutumla benimseneceği ifade edilir. Oysa siyaset bilimi kişinin özgür seçimleri arayışı neticesinde ortaya çıkmış, insana değer veren esaslar üzerinde sistematize olmuştur. Siyasi kişiler de halka dönük hizmetleri göz önünde bulundurularak siyasi kariyerleri belirlenir.
‘’Oraya ceketimi assam...’’ cümlesi aynı zamanda seçim dönemlerinde siyasi adayların tutumuna da ciddi etki yapar. Herhangi bir partinin kalesi olarak görülen yerlerde adaylar, siyasi partilerin aday seçimi için partilerde stratejik pozisyonu olan kişilerle , tabiri yerindeyse kafa kol / dayı yeğen ilişkisi, rüşvet, iş / kadro teklifleri gibi esaslar üzerinde yürütülen ilişki biçimleriyle aday pozisyonunu yakalamaya çalışır. Hatta bu tür adaylık arayışları kişiler üzerinde karalamalara, kavgalara, küskünlüklere ve kutuplaşmalara yol açar. Böylece aynı parti çatısı altında yıllardır çalışmış, kendilerini dava adamı olarak gören kişiler birbirlerini rakip olarak görür, hatta bu rekabet  her türlü ahlak ilkesini de ihlal eden boyutlara gelerek nahoş durumlara yol açar. Burada adaylık pozisyonunu güçlendiren, avantaj olarak görülen esaslar da aday kişilerin maddi durumu, toplumdaki ailevi konumları, ırk, dil, din, cinsiyet gibi hususlardır. Adayların akıllarındaki bilgi şudur: ‘’Zaten x partisi kazanacaktır. Bu x partisi kimi seçerse halk da ona koşulsuz oy verecektir. Ceket bile assan gelip ona oy verecekler. Halkla zaman kaybetmeye gerek yok. Ben en önemlisi x partisinden adaylığımı kesinleştireyim. Beni x partisinden aday yaparlarsa zaten halk da bana kesin oy verir.’’ Bu bilgi, adayları halktan kopuk, halka dönük hiç bir çalışma yapmadan, kendini tanıtıcı etkinlikler dizisi yürütmeden, bunun için herhangi bir kaygı da taşımadan sadece partilerin saçakları altında zaman geçirmelerine neden olur. Daha da ilginci adaylar, seçim dönemlerinde çoğu zamanlarını seçilmek istedikleri şehirde değil, bürokrasinin merkezi olan Ankara’da geçirirler. Burada akıllara gelen ilk soru da, haliyle şu olacaktır: Adaylar atama usulüyle mi yoksa seçimle mi başa gelir? Zira pratiğe bakıldığında bu soruya en iyi cevap ‘’atama’’ sözcüğü olur. 
Eğer adaylar belediye / parlemento seçimlerine hazırlanıyorlarsa seçici kesimin halk olduğunu bilmeleri gerekir. Özellikle belediye seçimlerinde halkın sosyal, kültürel, ekonomik gibi her alandaki yereline özgü sorunları, beklentileri ve imkanları bilinmeden yürütülecek aday çalışmaları, sözcüğün gerçek anlamıyla halkın bir seçimine değil, bürokrasinin bir atamasına dönüştürür. Belediye gibi çok yönlü bir çalışma sahasına sahip ve tüm şehri ilgilendiren her türlü soruna muhatap özerk bir kurum olarak, halkın dışında, sağdan soldan, üsten altan müdahalelerle, adeta atanarak gelen yönetimin başarılı olma şansı, zaten zordur. Zira halkın sürekli yeni koşullara bağlı olarak değişen ihtiyaçları, talep ve beklentileri sağlıklı bir çalışma olmadan bilinemezse bu yerele özgü koşullara uygun belediye hizmetlerinin yapılması hatta yapılanların da halkta bir karşılık bulması sorunu beraberinde ciddi şüpheler doğuracaktır. Şüpheli her durum da yönetimin meşrutiyetini, yani halk nezdindeki itibarını zedeleyecektir.
Adayların şunu bilmelerinde fayda vardır ki halkımız sürekli bilinçleniyor. Halkımızın bir kaç sene öncesinin kültürel ve sosyo – psikolojisi ile bugünkü durumu arasındaki fark, en ufak bir disiplin çalışmasında bile görülebilir. Hem dünya konjoktüründe hem de bölge şartlarında yaşanan değişim ve dönüşüme koşut olarak halkımızın da bilgisi, görgüsü ve haliyle bilinci değişmektedir. Halkımızdaki bu değişimi göremeyen, kendisindeki zengin yaşam bilgisini umursamayan çağdışı her aday, artık halkın temsiliyetini yapma iddiasını sürdüremez. Şunu hatırlatmakta fayda görüyorum ki halkın şehrinde, evinde ceketini asan her aday, gitme vakti geldiğinde halkımız onu dışarı uğurlamak için de ceketini ona giydirmede kusur göstermeyecektir.