KÜLTÜR & SANAT Haber Girişi : 06 Ocak 2011 07:10

Dünyayı özelleştirmek: istenen hayatındır

Dünyayı özelleştirmek: istenen hayatındır
Göreceğimiz Kendi Yüzümüzdür sloganıyla yoluna devam eden Mardin Eğitim Sen İşçi Filmleri Atölyesi, bir başka gerçekliğe daha tanıklık etti bu hafta.
Nusaybinim.com Kültür & Sanat Servisi
“ Göreceğimiz Kendi Yüzümüzdür” sloganıyla yoluna devam eden Mardin Eğitim Sen İşçi Filmleri Atölyesi, bir başka gerçekliğe daha tanıklık etti bu hafta. Sözünü ettiğimiz liberallerin söylemiyle bize sonsuz refahın kapılarını açacak olan piyasanın görünmez elinin, ne olacağını ve ne olamayacağını ayan beyan, yoruma mahal bırakmayacak şekilde göstermesidir.

‘Dünyayı Özelleştirmek’ belgeseli, adı sebebiyle ilk bakışta birçok arkadaşımızca kamu, kurum ve kuruluşlarının özelleştirmesini içeren bir izit olarak algılanmıştır. Hâlbuki mevzu bahis olan özgürce akan suyumuzun, entelektüel bilginin, doğanın armağanı tohumun ya da vücudumuzdaki herhangi bir genin mülkiyet altına alınmasıdır. Zaten güncel pratiği yakından takip edenler için KİT’lerin, arkasından da hizmet sektörünün ( eğitim, sağlık vb. ) özleştirilmesi bilinen bir gerçektir. İşte bu tip özelleştirmelerin arkasındaki güç odakları yukarıda saydığımız birkaç alanda da gayet programlı ve düzenli bir çalışma yürütmektedirler.

Örneğin bir genin ( BRCA1-meme kanseri geni ) patentlenip mülkiyet altına alınmasıdır anlatılan. Gülmeyin, yok artık demeyin; daha neler neler var. Mesela tohumların Monsanto adlı şirketçe patentlenmesi ve genetiklerinin değiştirilmesi, yine patenti alınmış bitkilerin, otların dünya halklarınca kullanılmasına mülkiyet hakkından ötürü engel konulması hem de özellikle ilgili bitkinin nerede, nasıl kullanılacağını yüzlerce yıllık deneyimiyle ortak fayda kültürü içerisinde kuşaktan kuşağa aktarmış halklara: Sen bu bitkiyi kullanamazsın denmektedir. Tüm bunlar ve fazlası inanılmaz olsa da maalesef gerçek.

Bu hakkı nereden buldukları sorusunun cevabı yine belgeselden geliyor: Suyun özelleştirilmesini isteyen bir hür girişimci : “Bir ülkeye suyunu satma demek, Suudi Arabistan’a petrolünü satma demekle aynı şeydir .” diyor. Kapitalist propaganda içerisinde bilinci yeterince kirlenmişler için kulağa çok hoş gelen bir yaklaşım, hem başı boş akan suyu satacaksın hem para kazanacaksın. Hadi istihdamın artmasını da biz eklemiş olalım bu yalanlar silsilesine. Ama belgeselimiz bir şeyin daha altını çiziyor, doğada kaynak diye tabir ettiğimiz her şeyin demirin (nikel) ,petrolün (gaz) vb. yerine bir başkasını koyup yolumuza devam edebiliriz. Peki su? Hür teşebbüsçünün buna verebilecek bir cevabı yoktur?

O vakit, ona suyun içinden çıktığı eko-sisteme ait olduğu ve yalnızca yaşamın döngüsü için ortak fayda amacıyla kullanılabileceği gerçeğini unutturan nedir? Doğru bildiniz, kapitalistin sınıfsal bilincinden başkası değildir onu bu kadar rahat ve cüretkâr kılan.

            Atölyedeki tartışmamız esnasında da doktor bir arkadaşımız, ilaç şirketlerinin ilaç patentleme yoluyla sırf daha fazla kazanabilmek için olası tıbbi gelişmelerin önüne geçtiklerini belirtmiş, bunların sadece ceplerini düşündüklerini söyleyerek yukarıda vurgulanan gerçekliğin altını farklı bir alandan çizmiştir.

Zaten birçok arkadaşımız kapitalist mantığın doğa, sağlık, tarih vb. kaygılarının olmadığını farklı söylemlerle dile getirmiştir toplantı boyunca.

Yapılan tahliller neticesinde genel olarak şu kanının oluştuğu gözlenmiştir: İnsanın doğa ve kendisiyle olan ilişkisi kapitalizmin dayattığı yapay ihtiyaç bağlamından kopartılmalı emek eksenli ve canlı yaşamının sürekliliğini temel alan bir düzleme oturtulmalıdır.

Yine bir başka arkadaşımız her şeyin alınıp satılabileceğini ön gören mevcut anlayışın insanın bencil yanlarını sivrilttiğini yaşadığı topluma, doğaya ve kendisine karşı duyarsızlaştırdığını belirterek özeleştirme karşıtı mücadelede bununda göz ardı edilmemesi gerektiğini söylemiştir.

            Neticede 21.yy’ın dünyası onca teknolojik ve bilimsel gelişmeye rağmen sınıfsal yapısı gereğince barbarlığın eşiğinde durmaya devam etmektedir.

Yoksa sağlık alanındaki bir idarecinin kalp nakli bekleyen bir hastayı, sağlık güvencesi masrafları karşılamadığı için ameliyat etmemesi ve ölümüne sebep olması bu sebepten ötürüde sorumlu tutulup cezalandırılacağı yerde şirketini binlerce dolar zarardan kurtardığı için terfi ettirilmesi başka nasıl açıklanabilir? Bu arada sormadan geçemeyeceğim: Sahi mühim olan insan hayatı mıydı?

 

Özelleştirme, toplumsal bir varlık olan insanın doğasına aykırıdır. Mülkiyet kavramıyla zehirlenen insan, GDO’lu bakış açısıyla yaşadığı dünyanın taşı ve toprağıyla olan ilişkilerini de kendi yapay ihtiyaçları üzerinden şekillendirmekte, bu haliyle de her geçen gün eko-sistemimize zarar vermektedir. Dolayısıyla, özelleştirmenin arkasındaki sınıfsal duruşa karşı sınıfsal duruş elzemdir; ancak bu anlayışla suyumuzu kirletenlere, tarihimizi gömenlere, tohumlarımızı çalıp bizi açlığa mahkum etmek isteyenlere ve bedenimize hatta hücrelerimize el koyanlara dur diyebiliriz.

Mardin Eğitim Sen İşçi Filmleri Atölyesi

[email protected]