KÜLTÜR & SANAT Haber Girişi : 27 Kasım 2010 12:18

'Kırık Midyeler' Filminin Başrol oyuncularında biri Nusaybinli

'Kırık Midyeler' Filminin Başrol oyuncularında biri Nusaybinli
Ve çocuk oyuncu bulmak için gittiğiniz Nusaybinde oturduğunuz kahvede çayınızı, İstanbulda tanıştığınız bu iki çocuktan biri getiriyor.
Nusaybinim.com Haber Servisi
Seyfettin Tokmak, kısa film ve belgesellerin ardından ilk uzun metrajı 'Kırık Midyeler' için kamera arkasına geçti. Hayallerinin peşinde üç çocuğun dostluğu üzerine kurulu filmin kamera önündeyse iki Mardinli, bir de Boşnak çocuk var; sette de her dakika bir hareket ve enerji...
    Kim böyle bir hikâyenin cazibesine kayıtsız kalabilir ki! Yıllar önce Sarayburnu’nda bir film çekimi sırasında iki çocuk gerekiyor; bulunan Mardinli çocukların denizden midye çıkarıp sattığını öğreniyorsunuz. Aynı akşam Büyükçekmece’de bir lokantada tekrar karşılaşıyorsunuz. Büyükçekmece’deki amcalarının yanında yaşadıklarını öğreniyorsunuz bu kez. Yıllar geçiyor; midyeci çocukların hikâyesine, Avrupa’ya kapak atma hayallerine İstanbul’da son şeklini veren göçmenlerin hikâyesini ekleyip bir senaryo yazıyorsunuz. Ve çocuk oyuncu bulmak için gittiğiniz Nusaybin’de oturduğunuz kahvede çayınızı, İstanbul’da tanıştığınız bu iki çocuktan biri getiriyor. Hikâyenin son noktasını da koyuyor bu arada: “Midyecilik olmadı. Korsan CD işine girdik, polis bastı. Biz de köye döndük” diyerek...
O iki çocuğun yerini ‘Kırık Midyeler’de 13 yaşındaki Seydo Çelik ve 15 yaşındaki Barış Uğur Mehmetoğlu almış. Filmde Hakim karakterini canlandıran Uğur’u Kumkapı sahilinde kurulmuş sette, park halindeki araçlar arasında “Çay lazım mı abi?” diye dolaşırken görüyoruz. Çay istemeyenlere de “Buğu lazım mı abi?” diye soruyor. Bizim gibi “Neden?” diye soranlara da cevabı hazır: “Yoldan geçenler sizi görmesin diye!” Sonra da arka koltuğa atlayıp camları buğulandırıyor. Böylece bir iş koluyla daha hep beraber tanışıyoruz!
At sırtında keşfedildi
    Herkesin bahar güneşini beklediği günlerde set ekibinin ihtiyacı olan bulutlu hava, sahilde ayaza kesiyor. Ama bu havada art arda yapılan tekrarlar bile Uğur’u yıldırmıyor. Arada gelip monitörden bakıyor; set ekibiyle uğraşmaksa en büyük zevki! Faysal’ı canlandıran Seydo ise tam tersi; o sahnede rolü olmadığından soğuktan kaçıp set minibüsüne atmış kendini. Fırsat bilip biz de yanına gidiyoruz; hem ısınmak hem sohbet etmek için. Ama onun cevapları kısa ve kesik; Seyfettin abisinin onu okulda bulduğunu, çekimler için okuldan izin alındığını, İstanbul’a ilk defa geldiğini bir solukta anlatıp gülümseyen gözlerle bakıyor.
Hakim’in çay ve buğu mesaisi bitince yönetmen de geliyor minibüse. Filmin hikâyesini ondan dinliyoruz: “Hakim’le Faysal amcaoğlu. Yıllar önce Almanya’daki bir akrabalarından gelen mektubun peşinde, Almanya’ya gitme hayali kuruyorlar. Önce İstanbul’a gelip para biriktirmeleri gerek. Çaycılıkla başlıyorlar, sonra midyecilik geliyor. Bu arada midyeciliğin de bir mafyası var, onunla uğraşıyorlar. Kumkapı’da bir pansiyonda kalıyorlar. O pansiyon zaten göçmen istasyonu gibi bir yer; Afrikalı var, Rus var, Boşnak var. Medina adlı bir Boşnak kadın da kızı Elma ile burada kalıyor. Kızı rahatsız ve onun da kızının tedavisi için paraya ihtiyacı var. Bu arada Medina birden ortadan kaybolunca bu üç çocuk, birbirlerine tutunmak, annesizliklerini dostluklarında unutmak, birbirlerine de unutturmak durumunda kalıyor.”  
    Aslına bakılırsa yönetmenle çocuklar arasındaki ilişki de benzer şekilde gelişmiş. Seyfettin Tokmak, ilk defa ailelerinden uzak kalan Seydo ve Uğur’un her şeyi olmuş İstanbul’da. Birdenbire değil tabii. Yönetmenin, “Benim çocukluğumdan, asi yanımdan çok iz görüyorum. Biraz da Truffault’nun ‘400 Darbe’sindeki çocuğa benzetiyorum” dediği Uğur mesela epey zorlamış başta. Ne zaman ki Uğur’un dayanılmaz diş ağrısı için gece yarısı boş yollarda birlikte nöbetçi eczane aramışlar, o geceden sonra değişmiş Uğur. Geciktiğinde “Nerede kaldın abi, özledim” demeye başlamış mesela! “Zaten biz onu at sırtında bulduk” diye gülüyor Tokmak. Okulu kırıp atla gezerken Tokmak’ın kadrajına girmiş Uğur. “Onu zapt etmek kolay değil” diyor, “Babasına ‘Uğur nerede?’ diye sorduğumuzda ‘Kim bilir hangi şeytanın deliğinde’ diyordu.”
    Bizi dostluk kurtaracak
    Bu samimiyet film için sadece avantaj değil olmazsa olmaz bir şart. Yoksa Kumkapı’da çekim yapmak da Kumkapı’yı tasvir etmek de mümkün değil. Zira orası kendi usulleriyle işleyen bir yer: “Polisin, devletin olmadığı bir yer. Aynı kaderi paylaşıyorlar ve kimse kimsenin tavuğuna kışt demiyor. Çok dil var, filmde 5 dil duyulacak mesela. Afrika dili Rusça, Türkçe, Kürtçe, Boşnakça. Bütün bu dillerin, karakterlerin kesişmesi ve onları kesiştiren İstanbul’du ilgimizi çeken. Tabi bu rakı-balık, şiş kebap İstanbul’u değil!”
Bu farklı parçaları esas birleştiren, dostluk elbette. Filmin adı da midye satıcılığından olduğu kadar buradan da geliyor. İstiridyelerin, deniz canlılarından zarar gördüğü oranda kaliteli inci üretmesi gibi midyeler de ne kadar saldırıya uğrarsa o derece daha sıkı tutunurlarmış kayalara. Faysal ve Hakim de Elma için hayata/ kayalara daha sıkı tutunmak zorunda. Aslında hepimiz gibi...
    ‘Senaryo kafamı karıştırıyor’
    Barış Uğur Mehmetoğlu: Film için beni istediklerinde babam bıraktı, annem dedi ‘orada kaybolur, sen gitmezsen salmam’. Babam da benimle geldi, sonra gitti. Başta zordu; yok ses geliyor, prova yapılıyor tekrar kayıt alınıyor. Ama yaptıkça kolaylaştı. Seyfettin abi akşamları bana anlatıyor ne çekeceğimizi. Ben senaryoya bakmıyorum, baksam kafam karışır. Burada Neşeli Hayat’ı seyrettik. Nusaybin’de sinema yok. Ya doktor olacağım ya artist! Belki yönetmen olur, Seyfettin abiyi oynatırım! / Radikal Gazetesi - Nusaybinim.com