İki Baykuş'un sohbeti!

İki tane  baykuş bir biri ile konuşuyordu. 
Biri  öbürüne dedi ki:  “Senin bir kızın var oğluma ver.”  
öteki dedi ki:  “Peki bana başlık olarak ne vereceksin?”   
öbürü dedi ki:  “Sana on tane harabe köy  vereceğim.”   
Diğeri dedi ki:  “Vay, vay  ne yapacağım harabe köyleri?  Hemedan Şahı sayısından bin tane köy ve kasaba harabe ya  dönmüş vaziyette  vardır, ne yapacağım yedi köy?”
öbürü dedi ki:  “O zaman gel sana sahipsiz bir arazi vereceğim,  bir ucundan öbür ucuna bakarsan sonunu bulamayacaksın onu verelim.”
Diğeri  dedi ki:   “Zaten memleket hep sahipsiz kalmıştır,  Sahipli  bir harita kalmamıştır piyasada kimse yok.  “O zaman sene iki metre  uzunluğunda dikili bir mezar taşı verelim!
Her zaman dikili taşın üstüne kondum mu,  istediğin kadar öt, öte, öte ıslıkla,  kimse karışmayacak.”  
“Vallahi bu fena değil ama o mezarın sahibinin asaleti de  önemlidir,  kökünü  öğrenmek istiyorum.  Acaba  o mezar taşında pislik yapsam o mezarın sahibine yakışır mı?”
“Vallahi  bu zor çünkü Hemedan Şahı  Şah olduğu zaman kimsenin kökünü asaletine sormadı, her gelenin tipine bakarak bir terfi  takıyordu,  bazılarını general yaptı, bazılarını mesleği  çobanlıktı  o çobanları adalet hakimi yaptılar, bazen de düşman adamını da ordu komutanı yaptı. Kimse  mezar taşı  ayrımı  yapamayacak.  Çünkü;
Bu memlekette  öküzün değeri yirmi beş kuruş, tosunun değeri de  yirmi beş kuruştur. Asalet, sıfat  kalite ve deneyimi  sormuyor, değer etmiyor, tanımıyor.
“Vallahi bu tehlikeli bir Şah dır,  belki de gelir yuvamızı da yıkıp,  yakar!”    “Tahminime göre biz gideceğiz onun Sarayın da öteceğiz.”   “Nasıl.?”    “Etrafında kimse kalmamıştır, ne dost  ne yoldaşı  ne askeri  ne seveni  yanında kalmamıştır.”
“Vallahi bu Şah uğursuz bir Kraldır, biz yaklaşmasak  daha iyidir, onun uğursuzluğu  bize de dokunur…

>>>>>

İkinci  bölümü  bir fıkraya  geçiyorum.  Biri demiş ki:  “Aman helva ne kadar tatlı ne kadar hoştur.”   Öteki dedi ki:  “Sen helva yedin mi?”  
“ Hayır yemedim.”   “O zaman sen ne biliyorsun helva o kadar hoş ve güzeldir?” 
“Efendim babam Siirt te birisinin ekmeğinin üzerinde görmüştü, dedi:  Çok tatlı hoştur!”   Efendim bizde demokrasiden bahis ediyoruz ama demokrasi ne olduğunu biz bilmiyoruz. Biz demokrasi toplumun içinde yaşamadık ve görmedik.  Özgürlük nedir değerli arkadaşlar?  Biz özgürlük istiyoruz ama biz özgürlükten anlamayız. Bizim sözlerimiz  demokratlarınkine benziyor ama kanunumuz diktatörlüktür!  Toplumda gösterişimiz  sosyalistlere  yaklaşıyor ama hareketimiz  emperyalistlerden daha beter. İsmimiz Müslüman dır,  Ama kalbimiz zalimdir, Biz doğru ve dürüstlükten bahis ediyoruz  ama yalan tezgahını kuruyoruz!
Bu kadarda olmaz, efendim şeytanın reklamını vermeyin ne olur?  Kendimizi aldatmayalım, halkımızı da aldatmayalım. Dava belli konu belli bu inkarla, yalan dolana  ne lüzumu var? 

>>>>> 
3. Bir düşünce.  Bu gün en mühim olan bize maddi  ve manevi dokunarak, bizi zaaflığa iterek dengemiz sarsıntıya bozgunluğa gidiyor, şimdi bize en mühim olan nedir?
Bugünkü  yoksulluğun, işsizliğin, üretimsizliğin, sorumsuzluğun ve giderek  toplumları içten içe çürüten erdemsizliğin temelinde  adaletli paylaşımın yokluğu yatmaktadır.  Adaletli paylaşımın olmadığı yerde iç sömürü başlar. Toplum en zenginler ve en yoksullar olmak üzere bir birine düşman kampanyası başlar, bölünür. Üretim düşer, verimlilik minimum düzeye iner, kalkınma beklenen noktaya ulaşmaz, refah gerçekleşmez ve insanca yaşama alanları daralır.  İnsanin hasiyet ve onurunu koruması, geliştirmesi bir sorun haline gelir.