Değişmeyen Değişim

Saatler, günler değil yüzyıllar geçiyor.

Geçmişe, yüzyıllar öncesine baktığımızda biz insanlar ve yaptıklarımız zaman içinde ne çok değişikliğe uğramış. Yazının ne olduğu bilinmeyen devirlerden bu güne değin ne çok şey değişmiş. Kıyafetlerimiz, konuşma dilimiz, kullandığımız araç gereçler ve daha nicesi zamana karşı direnemeyip değişmiş.

Neyin ne kadar değiştiğinin önemsiz kılan etkenlerden söz etmek istiyorum. Sadece bizler değiştiğini sanıyoruz. İnsanlık için gerekli temel olguların hiç değişmediği ve durmadan tekrar ettiği bir gerçektir. Değişen ne var diye sorsam sayfalarca liste yazılabilir. Fakat temelde değişen o kadarda büyük bir yüzdelik yok. Biz insanoğlu yüzyıllardır durduğumuz yerde sayıp duruyoruz.

Sizlere soruyorum yüzyıllardır diktatörler yok mu?

Ezenler ve ezilenler yok mu?

Sömürenler ve sömürülenler yok mu?

Öldürenler ve öldürenler yok mu?

Bizlerin özgürlüğüne hakim olmak isteyenler, barışı istemeyenler, öldürmekten zevk alanlar, adi politikalar yürütenler yok mu?

YOK MU???

Böyle uzayıp giden upuzun bir liste var.

Ben bu sorulara bakınca temeldekilerin hep aynı yerde kaldıklarını görüyorum. Kıyafetler, dil, kültür hatta teknolojinin değişmesi dahi temeldekilerin değişmemesini görünce onlarında değişmiş olmalarının hiçbir öneminin olmadığını düşünüyorum. Yüzyıllardır hukukun sadece varlığından söz etmek ve buna bir isim takmak kendimizi kandırmaktan öte değildir. Bana hukuktan söz edenlere her zaman aynı cümleyi kurarım. “İnsan öldürenin dışarıda kol gezdiği, sırf düşüncelerini dillendirdi diye ceza evinde ölmeye mahkum edilen insanların olduğu bir dünyada nasıl hukuktan söz edilebilir ki.”

Evet değişen hiç bir şey görmüyorum. Bundan dolayıdır değişimin varlığına karşı çıkmam. Kendini bilmez krallardan ne farkı var günümüz diktatörleri. Söyler misiniz mecliste dönen oyunların saray entrikalarından ne farkı var. Yıllardır barış, özgürlük, hak, hukuk kelimelerini insanoğlu dilinden düşürmedi, devamlı dillendir. Peki, bu neyi değiştirebildi diye sorunca kendime, cevap veremiyorum. Birçok şeyi değiştiğini görüyoruz fakat makyaj yapılmış bir yüzden farkı yok. Üsteki makyajı silince geriye kalanın pekte iç açıcı olduğunu söyleyemiyorum.

Bir de şu açıdan ele aldığımızda kastettiğim değişimin insanoğluna aykırı olduğunu düşünmeme sebep olmaktadır. Kemal Sunal’ın “koltuk sevdası” diye bir filmi vardır hatırlarsınız mutlaka. Şimdi konumuzla ne alakası olduğunu düşünüyorsunuzdur. Çok alakası var. Hatta tüm sorunların kaynağı tamda buradadır. Her ne ise keramet, bu koltuktadır. Koltuğa oturuncaya kadar özgürlük, barış, hak, hukuk diye lakırdıları dillendirilir. Fakat oturduğu anda yüz seksen derece ters dönülüyor, onca söyleneni sanki o söylememiş gibi unutulup gidiliyor. Özgürlük uğruna lime lime kesilmeye razı insanlar koltuğa oturunca insanlığa bahşedilmiş olan iradeye sahip olmak düşüncesinin ellerine bırakıyor kendini.

Bu yüzdendir ki yüzyıllardır insanoğlu gözle görülebilecek bir yol kat edemedi. Asıl diktatörler biz insanlarız ya da tüm suçlu koltuk…

Şuan meclis koltuğuna oturmuş saygı değer milletvekillerimizin birkaç yıl önce ki görüntülerini hatırlatmak isterim. Halkın refah, barış içinde yaşaması için çalışan insanlar iken birde şimdiye bakın. Üzgünüm fakat suç onları seçenlerde yani bizlerde. Koltuğun büyüsüne kapılmayan, ahlaki erdemlere mustarip insanlar seçmiş olsaydık beklide sonuçlar farklı olurdu. Bide şöyle bir sorun var ki yüzyılların değiştirmediğini seçimler mi değiştirecek…

Son olarak şuna da değinmek istiyorum; Gündemin nabzı feci bir şekilde atıyor. Zannımca adi oyunlar yine oynanmak isteniyor. Bu gün dostlar düşman gibi olsalar da gelecek günlerde ne göreceğimizi kestiremiyorum. Gündemden uzak durmaya çalışıyorum. Onu da şöyle izah etmek istiyorum ben tarihe acayip bir meraklıyımdır. Tarihi aydınlatan her türlü kitabı okurum, tarih her zaman tekrarlanır ve okuduklarımdan anladığım kadarıyla adice başkalarının çıkarları doğrultusunda halk kullanılmak isteniyor.

Geçenlerde Başbakan bir konuşmasında Haşhaşiler benzetmesini yaptılar. Bende kirli çamaşırların ortaya döküldüğü ilk günler de Haşhaşiler benzetmesin de bulunmuştum. İlginç bir tesadüftür ki aradan kısa bir süre sonra benzetmem de haklı olduğumu gördüm, küçük bir farkla. Eğer Hasan Sabbah var ise sahnede Nizamülmülk, Terken Hatun ve Ömer Hayyam da mutlaka vardır. Tarih her zaman tekrar eder. Yapboz gibi parçaları birleştirince bütünü kolayca görebiliriz.

Bir değişimden söz edemeyiz. Bakın tarih en baştan tekrarlanıyor.