Her hicret bir devrimdir

Tarih her zaman zalimlerin ve sömürgecilerin dünyaya hakim olduğuna şahitlik yapmaz. Bazen de mazlumların, mustazafların zalimleri nasıl cehenneme yolladıklarına insanlara şeref ve onurlarını nasıl iade ettiklerine tanıklık eder. Tarihte dünyanın akıl erdiremediği, fakat mazlumların kanları ve gözyaşları ile kalbi sökülmüş cehalet çağının yüz akı hicretle bir İslam devrimi gerçekleştirmiştir. Bu devrim Hz. Peygamber (s.a.v.) önderliğinde gerçekleşmiş bir devrimdir. Kuranın bireysel ve toplumsal değişmelere ait yasalarına uygun olarak gerçekleşen bu devrimin temel dinamikleri üzerinde ciddi ciddi durmamız gerekmektedir. HİCRET konulu bir mevzuyu köşeme taşımaktan büyük bir haz duymaktayım. Çünkü bizim ciddi manada bir hicrete ihtiyacımız vardır.

Hicret, ‘’ Bir kavim kendi nefsindekini değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez’’ (Ra’d/11) yasasına uygun yapılan bir mücadeleye başlama startıdır.

Hicret, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınmak, eylemlerimize yerleşen gayri İslami davranış ve alışkanlıkları terk etmektir.

Hicret, evrensel düşünmeyi bilmektir. İslam’ın bir coğrafyanın, bir ırkın, bir mezhebin ve bir ülkenin malı değil bütün bir insanlığın malı olduğuna inanmaktır.

Hicret, insanın en çok sevdiği fakat Allahın dininin yaşanmasına engel olduğu zaman vatanın, milletin, ailenin, sosyal sınıfın, makam ve mevkinin Allahın dinine hizmet etmek için terk edilmesidir.

Hicret, bir kaçış değildir. Zalimlere terk edilen haklarımızı geri almak, mücadelenin şartlarını yaşanır hale getirmek için hazırlanmaktır. Yani geri dönüş için gidiş ve hesap sorma eylemidir hicret.

Hicret, fıtrat ekseninden sapmış topluma tevhit inancını yeniden götürmektir.

Hicret, fert veya toplumun yere bağımlılığını koparır. İnsan ve toplumun dünya görüşünü değiştirir ve sonuçta da dinsel, fikirsel, duygusal donukluğu ve gerilemeyi iptal eder, toplumsal çürümeyi önler. Topyekun bir hareket ve toplumsal bir dirilişin muharrik gücü olur. İnsanı donuk ve pasif bir hayattan aktif ve kamil bir makama ulaştırır.

Tarihe bakıldığında her uygarlığın ardında bir hicret ruhu vardır. Hicret kuranda ve peygamberin hayatında tarihi bir olaydan çok farklı bir olaydır. İslam’da hicretin konumuna bakacak olursak göreceğiz ki, o büyük ve toplumsal bir esastır. Zira hicret yaşanılmasaydı, hak ve özgürlük, daima kapalı kapılar ve yenilgiyi hazmetmiş kaleler ardında tutsak kalıp yok edilmeye mahkum kalacaktı. Adeta Allah, gönlünde iman ateşi tutuşan ve omuzlarında bir risaletin ağırlığını duyan insana, sanki şöyle ferman buyuruyordu: Allaha yöneldin; evini terk et, kaç. Benim zorluklarla doğduğum yerde ölünemez.  Nerede özgürce yaşanabiliyorsan evin, ailen, vatanın ve kavmin oradadır. İmanın özgürce yaşayabileceğin yerdedir. Zülüm ve baskının olduğu yerde, geleceğin, umudun ve idealin köleleştirildiği yerde kalma. Zira, insanın özgürlük ve şerefinin korunması, bulunulan yerdeki zalim ve zorba toplumsal veya siyasal otoritelere karşı daha iyi bir mücadele için, bir başka deyişle, özgür bir dönüş için hicret şarttır. Ve unutulmamalıdır ki, muhaceret, sadece kişinin doğduğu yerden ayrılması demek değildir. Aynı zamanda kişinin bazen kendi benliğinden kaçışı de demektir hicret. Kişi o zaman ya öz benliği ile aynı istikamette yürümeyen beninden hicret edecektir. Ya da benliğin köhnemiş kabuğunda ölüp çürüyecektir.

Hicretin 1388. yıldönümünde asil mümine düşen; aşk için, iman için, özgürlük için öz benliğine dönüş için beninden hicret etmektir. Kendi ile rabbi arasında örülen duvarları yıkmaktır. Mahşeri kübrada hesaba çekilmeden nefsini sanık kürsüsüne oturtup ona hesap sormaktır. Hulasa, nefsin şehvani içgüdülerinin tutsaklığından kurtulup, akla, idraka ve tasavvura yelken açmaktır.

Rabbim vatan özlemli hicreti bir daha ümmete göstermesin.