İllüminati

Büyük dairenin cazibedarlığından dolayı insanların hayat-ı içtimaiyesine ve kısmen siyasete doğrudan veya dolaylı olarak temas etmesi kuvvetle muhtemel olan “illuminati, tapınak şövalyeleri, masonlar, mehdi, deccal, süfyan” gibi mevzuların münakaşa suretinde bahsi caiz olmamakla birlikte; felsefik, medyatik bir nazarla yahut felaket tellallığı tarzındaki komplo teorileriyle mezkûr mesailin çözümlenmesinin mümkün olmadığı tecrübelerle sabit olmuştur.
            Bundan dolayıdır ki mümkün mertebe “bana göre böyle, falanca böyle demişti” şeklindeki afaki ve hiçbir dayanağı olmayan duygu ve düşüncelerden azade olarak, satır satır kitabi olmayı zaman ve zemin bizlere ciddiyetle ihtar etmekle ders vermiştir.
Bu çok ehemmiyetli noktayı bediüzzaman hazretleri çok veciz bir ifade ve belağatlı bir üslupla şöyle beyan etmiştir; “Şu fakir, garib Nursî ki, Bid'atü'z-zaman lâkabıyla müsemma olmaya lâyık iken haberi olmadan Bediüzzaman ile meşhur olan bîçare; tedenni-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad u figan ederek, ah!. ah!.. ah!.. vâ esefâ der ki: İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû'-i fehm ve sû'-i edeb ile İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti îfa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.”
   Ahirzaman hadise-i müthişelerinden olmakla birlikte vukua gelen yahut gelmesi kaza olmamış hadiseler ile bu hadislerde rol alan/alacak eşhas hakkında yapılacak mütalaalarda ve netice itibariyle varılacak hükümlerde mana-yı harfi nazarıyla bir duruş, şüphesiz istikametin gereği olacaktır.
Zira Kur’andaki müteşabih ayetlerden ve Efendimizin(s.a.v) ahirzamanda vuku bulan/bulacak hadisat-ı kevniyyede kullandığı dil ve uslüba bakıldığında, kışır nev’inden manasız isim ve resimler medar-ı bahs edilmeden meselenin lübbüne, özüne manay-ı harfi nazarıyla bir bakışın söz konusu olduğu aşikâre görülecektir.
Din bir imtihandır, bir tecrübedir. Ervah-ı âliyeyi, ervah-ı safileden tefrik eder. Öyle ise ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira eğer tamamen bedahet derecesinde bir alâmet-i Kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi' olur. İşte bunun için, Mehdi ve Süfyan mes'eleleri gibi çok mes'elelerde çok ihtilaf olmuş. Hem rivayat dahi çok muhteliftir, birbirine zıd hükümler olmuş.
Risale-i nurda geçen yukarıdaki paragrafta bediüzzaman hazretlerinin “..ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın.” dikkatimizi çektiği hakikat şöylece ders vermektedir ki; meydana gelen hadisat yahut bu hadiselerin müsebbibi eşhas hakkında manasız resim, suret yahut sıfat ve isimlere takılmamak icab ediyor.
Söz gelimi “illuminati” şeklinde alemde iştihar etmiş bir yapıyı, bizler bediüzzamanca  “..mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükûmeti, adliyeyi aldatarak lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar..” şeklinde farklı isimlerle tarif edebiliyoruz.
Bundan dolayıdır ki, ehl-i dünyanın manasız isim ve resimlerine nazar edip kafamıza girecek şüpheler yerine, bediüzzamanca düşüncelerle bu tür mesailin vermek istediği dersi almakla soru ve sorunlarımızı kolaylıkla çözümleyip halledebiliyoruz.
 
Merhum Ziya paşanın “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz, Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” veciz beyanatıyla ifade ettiği bir hakikat vardır ki, o da eserden müessire bir yol açmak suretiyle görünmeyen, gizlenmiş bazı gerçeklere ulaşılacağıdır. Diğer bir ifadeyle bir şeyin varlığı yahut yokluğu noktasında verilecek bir hükmün hakkaniyeti; vücuda gelen hadisattaki te’sirine bakılmak suretiyle rahatlıkla anlaşılabilir.
Bediüzzaman hazretlerinin “Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale "bürhan-ı limmî" denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı innî" denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir.” suretinde mantık delilleriyle izah etmeye çalıştığı hakikat gereğince; ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali, menfi cereyanların tahripkarane ve zalimane icraatlarından anlaşılıyor ki, derin ve gizli yapılar her zaman var olagelmiştir.
Mesela; Otuz sene evvel Dâr-ül Hikmette a'za iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dâr-ül Hikmet a'zasından Seyyid Sa'deddin Paşa dedi ki: "Kat'î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi yani zındıkayı, (dinsizliği) bu millete kabul ettiremiyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız." diye senin i'damına hükmetmişler. Kendini muhafaza et." Ben de "Tevekkeltü Alallah, ecel birdir, tegayyür etmez" dedim. İşte bu komite, otuz sene belki kırk seneden beri hem tevessü' etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve onbir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar..
Bediüzzaman hazretlerinin 1918 tarihine ait yukarıda arz ettiğimiz hatırasını anlatırken “İki defa imha için hapse ve onbir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar..” şeklinde ifade ettiği hadisat, şüphesiz her zi’akıl tarafından şöylece anlaşılacaktır ki; varlığını gözümüzle göremediğimiz, ancak yapı olarak gizli hareket eden bir zındıka komitesi vardır ki; bunu zalimane icraat-ı tahripkaranelerinden anlıyor ve bu tür gizli yapılanmaların varlığını bu şekilde kabul ediyoruz.
Sözgelimi “illuminati” denilen derin ve karanlık masonik yapının var olup olmadığının tartışılmasının yahut bu gizli yapının mevcudiyetiyle birlikte icraat-ı tahripkaranesini kabul edip/etmemenin çok da ehemmiyeti yoktur. Zira eserleri çokça müşahade edilen ve ismi çokta önemli olmayan türlü kılıklarda ki zındıka komitelerinin dehşetli maddi/manevi tahriplerine bütün bir İslam âlemi olarak her gün ve heran şahitlik yapıyoruz.
Nitekim bediüzzaman hazretleri de bu tehlikeli manaya nazarımızı çevirmek babında “..dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı..” ve “..kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar.” şeklinde risale-i nurların muhtelif yerlerinde bunlara benzer bazı ehemmiyetli uyarılarda bulunmuş ve bizleri bu şeytani gizli yapılara karşı daha dikkatli olmaya davet etmiştir.
 
Ecnebi parmağıyla idare edilen zındıka komiteleri, İslâmiyeti imha için, İslâm memleketlerinde, bilhâssa Türkiye'de, öyle desiselerle entrikalar çevirmişler, haince dolaplar döndürmüşler, hunharane ve vahşiyane zulümler irtikâb ve şeytanî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalatta bulunmuşlar; iblisane, sinsî metodlar takib etmişler ve kardeşi kardeşe çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâm'ın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribatlar yapmıştır.
Bediüzzaman hazretlerinin yukarıda beyan buyurdukları üzere nazar-ı dikkatimizi celbetmeye çalıştığı bir diğer ehemmiyetli nokta ise zamanımızda ki türlü kılıklardaki zındıka komitelerinin ecnebi parmağıyla idare edilmeleridir.
Diğer bir ifadeyle “..kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi..” şeklinde tarif edilen bu tür gizli ve derin karanlık yapıların, hariçten içimize soktukları bedbaht münafıklar eliyle icraat-ı tahripkaranelerinde bilfiil mevcudiyetleriyle günümüze dek berdevam olduklarına şahitlik yapıyoruz.
Dolayısıyla ismi her ne olursa olsun her zaman olduğu gibi, zamanımızda dahi “gizli” yapılar, komiteler, cemaat-i menfaat teşekkülleri vardır. Bu manaya kuvvet veren nokta-i nazar ise “Yağmurun şıpıltıları, manasız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi, boş bir gürültü olmadığına kat'î delil ise..” şeklinde ifade edilen risale-i nurdaki akli ve mantıki deliller ile anlıyoruz ki; günümüzde heran gözümüz önünde dünyanın her tarafında cereyan eden ve mazlum ve Müslümanlara karşı arş-ı titreten dehşetli zulümlerin irtikâp edilmesi ve bu cereyan eden menfi hadiselerin görünmeyen gizli bir zındıka eli tarafından idare edilerek beslenmesi; mezkûr meselemizde ifade edilen gizli yapıların varlığına birer kat’i şahid-i sadıktır.
 
Âdem (A.S.) zamanından beri, beşeriyette iki cereyan-ı azîm birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri, istikamet yolunu takib ile nimet ve saadet-i dâreyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salahat ve iman; kâinatın hakikî güzelliğine ve intizam ve kemaline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden, hem kâinat sahibinin lütuflarına, hem iki cihanın saadetine mazhar olup beşeri, melekler derecelerine, belki fevkine terakki ettirmeğe vesile olarak dünyada iman hakikatlarıyla manevî bir cennet, âhirette bir saadet kazanıp ve kazandırmışlar.
            İkinci cereyan, istikameti bırakıp ifrat ve tefritle aklı bir vesile-i azab ve elemler toplayıcı bir âlete çevirmesinden, insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp dünyada zulümlerine mukabil gazab-ı İlahî ve musibet tokatlarını yemekle beraber, dalaleti cihetinden, akıl alâkadarlığıyla kâinatı bir hüzüngâh ve matemhane-i umumiye ve zevalde yuvarlanan zîhayatlar için bir mezbaha, selhhane ve gayet çirkin ve karışık görüp ruhu, vicdanı dünyada bir manevî cehennemde olup, âhirette daimî bir azab çekmeğe kendini müstehak eder.