Irkçılık üzerine

Geçmişten günümüze birçok insan topluluğu bazen kafatasına, bazen deri rengine ve bazen de vücut yapısına göre ırk ayırımına tâbi tutulmuştur. Irkçılık sözcüğü bana göre kaba ve argo bir kelime. Bir insan başka bir insandan nasıl üstün olabilir ki, anlayamıyorum.

Benim hiç anlamadığım ve de hiç anlayamayacağım bir kelimedir “ırkçılık”. Neden insanlar birtakım ırk özelliklerinden dolayı sınırlandırılır veya dışlanır? Biri diğerinden daha üstün ya da daha değerli olur? Ya da şöyle diyeyim, neden kendilerine bu şekilde değer biçme gereği duyar bu insanlar, anlayamıyorum. Hepimiz insanız ve insan olduğumuz için dünyadaki en değerli varlıklarız. Din, dil, ırk gibi faktörler bizleri birbirimizden üstün veya değerli kılmamalıdır. Bir insanın siyah tenli veya beyaz tenli olması neyi değiştirir? Bence hiçbir şeyi değiştirmez. Sadece siyah tenlidir veya beyaz tenlidir.

Amerika’yı düşündüğümde çok şaşırıyorum. Dünya devi diyorlar onun için. Tek hareketiyle dünyanın gidişatını değiştirebilen bir ülkedir. Fakat daha birkaç sene evvel her yerde “Köpekler ve zenciler giremez” tabelaları asılıydı Amerika’da. Tabi şimdi başbakanı bir siyah, buna bir sözüm yok zaten. Beni düşündüren, bu kadar gecikmiş olmalarıdır. Eğer böyle bir ülke ırkçılık söylemini ortadan kaldırmak yolunda bu kadar zorlanıyorsa, bu kadar gecikmişse bu tür bir kavramı ortadan kaldırmada az gelişmiş ülkelerin vay haline demeliyiz.

Bence ırkçılığın temelinde, insanların birbirine saygı duymaması, birbirleriyle empati kuramaması, birbirlerine hoşgörü ve anlayışla yaklaşamaması yatıyor. Bir zenci gördüğümüzde parmak ile gösterip gülüyorsak; bizim gibi insan olan fakat ten rengi siyah olan bir insanla… Yolda yürürken çarşaf giymiş bir bayanı dışlayıp alay ediyorsak ya da mini etek giymiş bir bayana hoş olmayan sözler kullanıp ağzımıza geleni söylüyorsak, ırkçılığın temelini kuruyoruz demektir.

Bildiğim güzel bir hikaye var. Bir gün padişah şehre gelir ve halkın isteklerini, sıkıntılarını dinler. Hıristiyanlar kilise ister; fakat Müslümanlar karşı çıkmaktadırlar. Padişah da her iki tarafın gönlünü kırmamak için der ki “neyse meyse yapalım bir kilise üzülmesin Hz. İsa”.

Ne güzel bir çözüm koymuş ortaya aslında değil mi? Her iki tarafı da kırmadan, her iki tarafın da istediğini yaparak çözüm bulmuş. Ama neden Müslüman olan halk kendini üstün görüp de diğer Müslüman olmayan insanların hakkını gasp ediyor? Peki, halk cahil, bilmiyor.Dini inancına göre yanlış bir davranış olduğunu kabul etmiş ve öyle davranıyor. Böyle, kendince mantıklı bir çözüm bulan padişah, neden davranışlarının yanlışlığını halkına anlatacağına, yanlışa doğru gibi gözüken fakat yanlış olan bir çözümle karşılık veriyor? Asıl soru da bu olmalı kesinlikle.

Anlattığım hikâye geçmişte kalmış bir hikaye ama günümüzü güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Günümüzde de Almanya gibi Avrupa ülkelerinde çan sesleri susmazken ezan sesi, insanları rahatsız ediyor gerekçesiyle kısıtlanıyor. Sabah ezanları ve yatsı ezanları okunmuyor. Bu ırkçılığın doğurduğu hoşgörüsüzlük değil midir, diye düşünmemize gerek bile yoktur. Çünkü öyledir. Saygı duyulması gerekirken kısıtlanıyor. Mor Yakup kilisesi ile Zeynel Abidin camisinin yan yana olması, buradaki halkın, Avrupa ülkelerinde ezan sesini yasaklayan insanlardan daha hoşgörülü ve daha ileri görüşlü olduklarını ortaya koymaktadır bence.

Hepimiz insanız.Hepimiz aynı özelliklere sahipken ırkçılık yapmanın bir mantığı yoktur bence. Pierre Berton, ırkçılık yapanlar için cahilin sığınağıdır der. Kesinlikle katılıyorum.