Nusaybin İçin...

Nusaybin sahipsiz midir adlı yazım tartışma yarattı.  Bu sevindiricidir. Zaten bu yazıyla amacım bir tartışma ortamını körüklemek ve Nusaybin için bir ortak payda bulma uğraşıydı. Bu amacın dışında başka bir amacım da yoktur. İnsanlarımızın ilçelerine sahip çıkmaları gerekiyor ve bununla da övülünecek bir iş yaptıklarına inanmalarını istiyorum. Bizim sorunlarımızı uzaylılar gelip çözmeyecekler herhalde. Sorunları çözecek olan halkın sağ duyusudur, kendi değerlerine sahip çıkmasıdır, haksızlık yapanlara karşı dik durmasıdır, rantçı olanları teşhir etme cesaretini göstermesidir. Aksi durumda zarar görenler ilçemizin insanları olacaktır, halkın kendisi olacaktır.
 Tüm bunları niçin söylüyorum?

Çünkü bazı kesimler ağlama duvarına dönüşmüşler, hep şikâyet ediyorlar, yanlış beklentiler yaratılıyor, felaket tellallığı yapıyorlar. Nusaybin’in geleceğiyle ilgili ne düşünceleri, ne projeleri ne de önerileri var.  Çözümü hep başkalarından bekliyorlar. Halbuki siyasi ve toplumsal çözümler hep ortak olan çözümlerle oluyorlar. Nusaybin de ortak noktalar bulmak neden bu kadar zor olsun ki? Her halkın, her grubun, her yerleşim alanın ortak noktaları var. Bizim neden olmasın? Demokrasiyi, eşitliği, özgürlüğü ve hoşgörü ilkelerini kendimize ortak noktalar yapabiliriz. Bu ortak noktaları göz ardı ederek temel sorunlarımızı çözemeyiz. Söz konusu ilkeleri temel alarak sorunlarımıza beraber çözüm bulabiliriz.

İşte bunu yaratıcı bir tarzda bir türlü başaramıyoruz. Hep bahane arıyoruz, üzüm yemek yerine bağcıyı dövmeye çalışıyoruz. Diyaloglarımız da bir türlü demokratik ve eğitsel bir kıvama girmiyor. İlişkiler sağırlar diyaloguna benziyor ve doğal olarak verimli de olamıyorlar.

Mesela yazdığım yazılarla ilgili bazı yorumcuların siyasi ve ideolojik kimlikleri hep bellidir. Oradan takdir almak, destek beklemek oldukça zordur. Siz hangi konuyu tartışırsanız tartışın, ne söylerseniz söyleyin onlar mutlaka dini bir yorumla karşınıza çıkarlar. Bazen çok alakasız fikirler ileri sürüyorlar. Ancak hepimiz şunu iyi biliyoruz ki; dini her konuda siyasi fikirlerine kalkan yapanlar, dine en büyük zararı veren kesimler olmuştur şimdiye kadar. Sanki bu dinin sahipleri bir tek kendileriymiş gibi, sanki bu din onların tekelindeymiş gibi havalara giriyorlar. Hâlbuki bu tavır otoriter ve bencil bir anlayışın ürünüdür. İlçemizde yaşayan insanların yüzde yüze varan bir kesimi Müslümandır. Bütün Müslümanların ortak olarak kabul edeceği dini ve toplumsal ölçülerimiz var. Neden bu ortak ölçüleri öne çıkarmıyoruz ki? Neden hep düşmanlıkları körüklüyoruz? Bu tavırlardan nemalananların kim olduğu net olarak ortaya çıkmıştır. Takke düşmüş kel de görünmüştür, mübarek ay gibi parlıyor vallahi!..

Söz konusu olan bu yorumcular ilçemizdeki bütün kötülükleri, bütün yetmezlikleri, bütün yanlışlıkları BDP’nın siyaseti ile açıklamaya çalışıyorlar. Bu doğru ve akılcı bir tavır değildir. Mesela BDP ye alternatif olarak düşünebileceğimiz hangi siyasi güçler var ki? Var olanlar BDP den daha ileri bir konumda değiller, hizmet aşkıyla yanıp tutuşmuyorlar, tersine, iktidar nimetlerinde faydalanmaktan başkaca derin düşünceleri de yoktur. İlçemizden belediye başkanı da milletvekili de, hatta bakan da çıktı şimdiye kadar ama ilçemizin gelişmesi için pek fazla bir katkı sunmadılar bunlar. Onların derdi esasında bu hizmet tutkusu değildi. Bu kafa yapısıyla bizler altı tane milletvekili de çıkarsak, sonuç değişmeyecektir. Çünkü bugüne kadar yerel yönetimlerdeki çarpıklıklar, ilçemizin geri kalmışlığı, hizmet görmemesi, kentsel problemler, sosyal ve eğitim problemleri konusunda hiçbir önerilerine rastlamadım bu insanların. Muhalif bir güç olarak bunlardan hiç bir ses çıkmıyor ki! Siyasi muhalefet böyle mi yapılır? Hizmet böyle mi verilir? Fikri olmayanın zikri olabilir mi hiç? Sadece BDP ye muhalif olmakla siyaset üretilemez ki!

Bakınız; bizler bir grup insan Kent Konseyini kurduğumuz zaman, tüzük ve belgelerimizde Nusaybinli olma kimliği hep vurgulandı. Ortak noktamız, çıkış noktamız buydu. Ortak noktalarımızın en önemlisi bu kimlik vurgulamasıydı. Bu proje sabote edildi ve bireysel ihtiraslara kurban edildi. Vebalini de halkımız çekiyor. Ama zamanında burnu havada olan, padişahım sen yaşa diyen kesimler, Kent Konseyini kraldan daha kralcı bir yapıya dönüştürdüler. O zamanın belediye başkanı da bu kurumu kendine göre dizayn etti. Başkanın keyfi uygulamalarına kimse ses çıkarmadı ve zamanla Kent Konseyi işlevini yitirdi. Şimdi de kimsenin pek ciddiye almadığı bir kurum haline geldi.

Peki, bu bağlamda sessiz kalanların hiç mi günahı yoktu?

Ben gönül rahatlığıyla şöyle diyebilirim; bizler zamanında görevimizi yaptık ve vicdanen rahatız. Ama Kent Konseyini itibarsız yapanlar vicdanen rahat mıdırlar? Alakasız bir sürü insan Kent Konseyinde yer alıyor ve başkalarının emekleri üzerinde yükselmeye çalışıyorlar. Ne denir böylelerine toplumlarda? Emek hırsızı değil mi? İşte aynen öyle!

Son olarak bir de eğitim ve öğretmenlerle ilgili birkaç söz söylemek istiyorum; beni tanıyanlar, bilenler benim ne kadar eğitime ve dolayısıyla öğretmenleri saygı duyduğumu bilirler. Nasıl yorumlanırsa yorumlansın, her açıdan eğitim geleceğe bir yatırımdır. Böyle algılanmalıdır. Toplumların kalkınması, demokratikleşmesi, özgürleşmesi buna bağlıdır. Çok açık söylüyorum; benim öğretmenlerden ve eğitim camiasından çok büyük beklentilerim var. Bu insanlarımız okumuş ve önemli bir yere gelmişlerdir. Çocuklarımızın geleceği ve dolayısıyla toplumun geleceği büyük oranda eğitimden ve öğretmenlerimizin yapacağı katkılardan geçiyor. Eğer ben bazı öğretmen kesimlerini eleştiriyorsam bu onları sevdiğimden ve saydığımdan dolayıdır. Benim ki sadece naçizane bir uyarıdır ve böyle kabul edilmesini de isterim.

Nusaybin’de 1200 civarında öğretmen görev yapıyor. Bu insanlar ilçemiz için her şeyi yapmaya muktedirler. Yeter ki azimli olalım ve ilçemizin sorunlarına ciddiyetle eğilelim. Gerisi kendiliğinden gelecektir.