Pasif Müslüman, İktidarsız iman


Bu haftaki köşeli yazıma gündelik hayatımızın realitesinde rol oynayan bir hakikati serlevha etmeyi uygun gördüm. O da yegâne manevi gücümüzün kaynağı olup da pratik hayatımıza yansımasında sorun yaşadığımız iman(ımız) hususudur. İman algısının kaynağına baktığımızda imanın sirayet ettiği yürekteki en büyük yansıması, imanın taşıyıcısı konumundaki bireyin en büyük azığı, hayat mücadelesindeki en önemli aksiyon gücü ve muharrikidir. Kısacası iman, sahibini evirip çeviren, onu imani ilkeler ile formatlayıp iman kalıbına sokan kalıptır. Madem dini verilere göre iman, iman sahibi bireyin hayatını evirip çeviren etkendir ve madem günümüzde iman, sözde müminde hak ettiği fotoğrafı hayata layıkıyla lanse etmemektedir, o zaman ya imanın kendisinde ya da imanın taşıyıcısı konumundaki müminin imana olan sadakatinde bir problem vardır. İşte bu haftaki tefekkür durağımızın merkez üssüne iman, mümin ve mümin-iman münasebetini koyup tartışmaya açacağız.
 İmanın sadece içsel bir duygudan ibaret olup teslim olmuş Müslüman’ın pratik hayatında aktif rol oynamadığı durumlarda iman sahibine iki seçenekten başka alternatif kalmamaktadır.
1-Mümin diye geçinenin imanını gözden geçirmesi
2-Pasifleşmiş imanı yenileyip aktifleştirmesi
İnanç tarihin her keskin kavşağında İman ile Mümin münasebetinde bu tür kopuklar yaşanıldığında çözüm mercii olarak, iman ilkelerinin anayasal kaynağına başvurulmuş ve imanın teslim olmuş yüreklerde mahpus kaldığı zamanlarda çözüm yolu olarak ilahi ve nebevi şu tedavi yöntemleri referans olarak gösterilmiştir.
Birincisi ilahi emir “Ey İman Edenler İman Ediniz”
İkincisi nebevi ihtar “İmanlarınızı Yenileyiniz”
Sorunun çözümü olarak referans gösterilen ayet ve hadisin muhtevasından anlaşılan hakikatin perde arkası, imanın pasif Müslüman’ın yüreğinde iktidarsız kaldığı zamanda, imanı hayata döndürmenin iki yolu bulunmaktadır. İmanları yenilemek ve iman sahibi iddiasında bulunanın imanını teste tabi tutup adeta imanının röntgenini çekme cesaretini göstermektir. Bu iki yol haricinde; giriş kapısı dil olan, konaklanma sahası kişiliğin merkez üssü kalp olan ve test sahası da pratik hayat olan imanın netliği, niteliği, kapasitesi ve kalitesi keşf edilemez.
Kimse kusura bakmasın bugün İslam’ın başına musallat olmuş ve İslam’ın dışa dönük yüzünü raydan çıkaran bir numaralı müsebbipleri; hayatlarını imanın ilkelerine göre değil imanı, nefsani arzularının ve dünyevi ihtiraslarının isteklerine göre değiştirip dönüştüren, imanları gırtlaklarından aşağı inmeyen, dilen söyledikleri kalplerine işlemeyen, kalben inandıkları pratik hayatlarına yansımayan sözde Müslümanların ta kendileridir.
Peki ne yapmalıyız? İmanımızı nasıl teste tabi tutmalıyız? diyorsanız ve soyut olan imanın niceliğini, niteliğini, saflığını, bulanıklığını, kesifliğini, seyrekliğini, yoğunluğunu ve hafifliğini nasıl tartıp teste tabi tutalım diye merak ediyorsanız. Ben de derim ki; bugün iman gibi nice soyut duyguların ölçümü yapılmaktadır. Örneğin nefretin, sevginin, mutluluğun ve yalanın ölçüm cihazları dahi icat edilmiş. Ama imanın test edilmesi için bu tür suni laboratuarlara da ihtiyacı yoktur. Onu test etmenin en kestirme yolu; teorik olarak inanılan ilkelerini pratik hayatımızın mihengine vurmak ya da pratikte yaşadıklarımızı teorikte inandıklarımızın aynasına tutmaktan geçer. O zaman iman notumuz kendiliğinden ortaya çıkar. Yüzde kaç mümin olduğumuzun istatistik tablosu gözümüzün önünde transparant bir eda ile dans edecektir.
Eğer bugün yaşanılan ile inanılanlar arasında bir uyumsuzluk varsa, eğer yaptıklarımız inandıklarımız ile örtüşmüyorsa, eğer hayat rotamızı belirleyen temel etken iman kumandası değilse, eğer yapıp ettiklerimizi yapıp etmeden iman mihengine vurmadan yapıyor isek o iman değil teslim olmaktan başka bir şey değildir. İman öyle bir güç olmalı ki buyurunca iman sahibinde hayat durmalı; istikamet iman ile belirlenmelidir. Güzergâh iman ile değiştirilmelidir. Kişinin imanı başında bekçisi, emniyetinden sorumlu polisi, dahili ve harici taarruzlara karşı askeri, çevresine karşı hakimi, kendisine karşı savcısı olmalıdır. İman, hırsızın eline vurulan kelepçe, arsızın yüzüne örtülen peçe, zalimin bileğinden tutan el, haram yiyenin ağzına vurulan gem, haksızlığa heveslenenin ayağına pranga olmalıdır.
 Bu münasebetle Mümin bir şehrin sokak hayatında, imanın ilkelerine muhalif olaylar cereyan ediyorsa, iman ruhu o şehrin semasından çoktan göç etmiş demektir. Zira imana dönüşmeyen bir teslimiyetin, sahibini mümin kategorisine dahil etmesi mümkün olmadığı gibi, iman vicdanıyla nefes alıp vermeyen bir şehrin iman ile emin olması da imkan dahilinde değildir. O olsa olsa Allah’ın itap ettiği Arap bedevilerin konumunda bir yerde olur.“İman ettik demeyiniz teslim olduk deyiniz” itabı. İslam’ı yüzeysellikten imanı da içsellikten ibaret sayıp, ya da İslam’ın yüzeyselliğine takılıp içselliği ve işlevselliğini göz ardı edenler ya da imanı içsellikten ibaret sayıp onun hayatla bağlarını koparanlar hep bizim yaşadığımız gibi müzebzebin bir hayatı yaşamışlardır.  
İman edelim ki emin olalım
İman edelim ki emniyette olalım