Son vakıa

Realite endeksli bir vakıayı değerlendirip tahlile tabi tutarken, konjektür, sosyal doku ve alışılmış hassasiyetler göz ardı edilmeden yapılmalıdır. İş bu nedenden vakıa rasyonel bir perspektiften tahlile tabi tutulmalı ki netice objektifliğe gebe olsun. Yoksa toplumsal mühendislik afra-tafrasıyla ahkam kesmek umudun suyuna ye’s zehri katmaktan başka bir netice doğurmaz.
    Var olan olgunun tahlili iki açıdan biri olan dini boyutu alanımız oluşundan, sosyal ve siyasi boyutunu siyasetçi ve sosyologlarımıza bırakıp, tahlilimizi ümmetodolojik bir zemin üzerinden temellendirmeye gayret edeceğiz.
Bilinen bir hakikattir ki; Fıtrat dışı her türlü alışılmışlık sahibine kudurmuşluk hazzı vermekten öteye geçmez. Bu nedenle bu tür alışkanlıkları tedrici olarak değişime tabi tutmak gerekir ki, yapılan iyilik ikinci bir kötülüğün zuhuruna neden olmasın. Ama yaşanılan ve yaşanılmakta olan son vakıada bu kuralın hilafına işlendiği müşahede edilmektedir. Günahkârdan öte günahın kendisine cephe açan İslam dini iş bu nedenden dolayı bir hukuk normu olarak toplumsal mefsedeti def, bireysel menfaati celb etmekten evla tutmuştur.  Bundan dolayıdır ki, umumu ilgilendiren bir meselenin değerlendirilmesinde sırf kişisel çıkar, muhalefetsel taassup hissiyatıyla hareket etmek bireysel menfaat ve toplumsal mefsedetten öteye bir netice doğurmaz.
Kapsadığı alan, çevrelediği sınır ve ihtiva ettiği muhteva bakımından toplumun hemen hemen her kesimini ilgilendiren son süreçteki hadiseler, istikbalin sorumluluk endişesini hisseden her bireyi sorumlu davranmaya mecbur kılmaktadır. Bloklaşma ve kutuplaşmaya itici unsur olarak gözüken hadise, siyasi ve sembolik anlamı kadar doğurmaya gebe olduğu sonuçlar açısından da önemlidir. Zira ilahi beyan gereği nice hoşumuza gitmeyenler lehimize hayırlara gebe iken, nice hoşnut olduğumuz vakıalar da sonuç bakımından aleyhimize şerre gebedirler. Görünürde ümmetin aleyhine olan bu hadisenin takdiri ilahide lehe dönüşmesi zor olmamakla birlikte, ümmetin de yaşanılan musibetten ders çıkarması bir sorumluluk vecibesidir.
İnançsal kimliklerin sadakat testini öngören, inanç uhuvveti ve menfaat endişesinin muvazenesini merkeze alan bu hadise,  kişiye sahip olduğu inanç ve sahiplendiği değer ölçüsünde inanç puanını getirecektir. Hem birey hem de devlet merkezli bir zihniyet değişiminin emarelerini içeren bu hadisenin sancısı, geçmişin yanlış uygulamalarının düzeltilmesi ve yeni düzenlemelerin daha sağlam bir şekilde hayata geçirilmesini doğuracaktır inşallah.
Bu hadise bize; İktidar olmakla muktedir olmanın farklılığını, muktedir olmanın tahakküm anlamına gelmediğini, haksız muktedire hakkı haykırmanın kutsiyetini, bir hakkı hak olduğu için haykırırken elin haksızlıklarına malzeme olmaması gerektiğini, ferasetin inanç sahipleri için ne kadar gerekli olduğunu, bireysel menfaatin toplumsal yarara üstün olmadığını, suçlu pire için yorgan yakmanın vebalinin sorumluluğunu, eleştirmenin de bir adabı olduğunu, saldırırken bile adalet terazisinden şaşmamak gerektiğini, en çetin savaş anında bile mahremiyet sınırlarına tecavüzün meşru olmadığını, İslami kardeşliğin menfaat endeksli olmaması gerektiğini, dostluğun da düşmanlığın da bir dini raconu olduğunu göstermektedir..
Hadisenin künhüne karşı takınılan tavrın eksikliği ve yetersizliği hususunda neredeyse konsensüs olmasına rağmen, yine de alışılmış tabuları tartışmaya açarken, krize, kaosa ve gerilime mahal vermeden, belli başlı hassasiyet dengeleri gözeterek alışılmışlıkları tedrici alıştırmalarla tartışmaya açmak önemlidir. Yoksa haklı olanlar haksızlık girdabından kendilerini kurtaramayacakları gibi, haksız gibi görünenler de haklı olduklarını bir türlü temellendiremezler. Ve nihayetinde halkın hakkı olan hak ülkenin kaygan zemininde kayıp kaybolacaktır.
Tabi ki hadisenin muhtevasını tahlil ederken ya da hadisenin taraflarını artıları ve eksileriyle mercek altına alırken tarafsızlık ilkemizden ve adalet kıstasımızdan asla ödün vermemeliyiz. Kimileri taraflardan birini diğerine karşı savunurken, lütuf ve ihsan görmüşlere özgü bir tarafgirlikle savunmaları ne kadar hakkaniyet dışı bir davranışsa, diğer bir kesimin diğerini ötekine karşı haklı çıkarmaya çalışırken takındığı adaletten yoksun tavır da bir o kadar çirkindir. Sevgide de nefrette de ölçülü olmayı öngören dinimiz düşmana karşı dahi olan husumetin bireyi adalet dışı davranmaya sevk etmemesi gerektiğini ilkeselleştirmiştir.
İş bu hakikatten dolayı aldatmanın, kandırmanın ve çalmanın her türlüsü din dışı bir uygulama olmakla birlikte, ümmetin bütünlüğünü, toplumun yarar ve istikrarını, tehlikeye sokmak, kendi menfaatini toplumun maslahatına öncelemek, eleştirirken ya da yargılarken hiçbir ölçü ve kıstası miyar yapmadan saldırmak da din dışı ve ahlak dışı bir uygulamadır.
Hadisenin neticesinde kim haklı kim haksızın karar mercii ilahi adalet ve halkın vicdanı olmakla birlikte, işin karlısı, farklılıkların birleştirici ve bütünleştirici şemsiyesi olan ümmet çatısını ulus delgeçiyle delmek isteyenler ve tek ulus merkezli bir asabi zihniyeti dimağlara nakşetmek isteyenler olmuştur. En zararlısı ise, temsiliyette teslim olmanın gereğini yerine getiremeyenler, manevi çerçevesini aşıp sıradanlaşmayı göze alanların eliyle; İslami Kimlik olmuştur. 
Ama nice badireden yüzünün akıyla çıkan İslami kimlik bu badireden de ilahi inayetle daha güçlü, daha mufarrah, daha muktedir çıkacaktır. Yeter ki yargılayanlar yapılanı bireyin inancına değil bireyin kendisine mal ederek yargılasınlar.
Uhud musibetinin Mute zaferine gebe olması umuduyla...