Taif'ten Gazze'ye, Oradan Kürdistan'a, taş atan çocukların hikayesi

TAİF’TEN GAZZE’YE,
ORADAN KÜRDİSTAN’A
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR…
Realitede oynanan her vakıaların muhakkak geçmişe dayanan bir özgeçmişi, kendisine ufuk açıcı yaşanılmış bir ilham kaynağı veya bir benzeri olan öteki teki vardır. İşte bu tarih felsefesi tecrübesinden yola çıkarak ben de TAŞ ATAN ÇOCUK’ların bugünden düne uzanan zincir halkalarının bir önce halkasını, onların hayat hikâyelerinin perde arkasını, bilinçaltlarının arka planını, tahayyüllerinin öteki yüzünü ve görünenin ötesinde kişiliklerinin öbür tarafını kurcalamayı amaçladım. Görüneni göründüğü gibi görmekle yetinmedim, görüneni göründüğünden öte görünmesi gerektiği açıdan görmeye niyetlendim.  Zira Taif’te kurtarıcılarını taşlayanlar da, Gazze’de düşmanlarını recme kalkışanlar da Kürdistan’da kendinden bildiği ama ötekileştirdiği kardeşini taşlayan da hep ÇOCUK olmuştur. Sahnelenen bu savaş oyunun baş aktörleri hep çocuklar olmuştur.
Bir Düşünün…
Savaş gibi en kötü bir cürmün ön cephesinde çocukların kalkan olarak öne sürüldüğü,     Bir savaş düşünün, saf dizilişinin küçükten büyüğe doğru sıralandığı. Bir savaş düşünün günahkârların arka saflarda masumların siper edilerek kalkanlaştırıldığı çirkin bir savaş. Malumunuz Tarihte taş atan çocuklarıyla sembolleşen üç şehir: Taif, Gazze ve Kürdistan’dır. Taif’te de Gazze’de de Kürdistan’ta da büyüklerin işi olan savaşta baş aktörler hep çocuklar olmuştur. Peki bu üç farklı mekana farklı zamana ve farklı bilince sahip olan çocukların bilinç altlarında yatan ortak taşlama paydası neydi? Çocuk aynı çocuk, taş aynı taş ama taşlanan farklı; kimi dost, kimi düşman kimi de ne olduğu ya da ne olarak görüldüğü belirsiz. Peygambere taş attıran Taif zihniyeti de, Gazze’de tanklara barikat oluşturan bilinç de Kürdistan’da taş attıran temayül de hep aynı figüranı kullanmışlar: Çocuklarrrrrr.
Üç mekan arasında mekik dokuyarak taş atan çocukların zihin kodlarında ya da bilinç altılarında yer edinen hıncın ve öfkenin taşa yansıyışını, merhametin merkezinden öfkenin dışa lanse ediliş biçimine bakacağız. Taif’ten Gazze’ye, Gazze’den Kürdistana Taş atan çocukların hayata bakış serüveninin ayak izlerini süreceğiz. Acaba çocuk kendi çocukluğunun fıtratıyla katılaşan kalbin işareti olan taşı atar mı bir başka kalbin sahibine, atıyorsa neden atıyordur. Yüreğindeki sevgi yumuşaklığını taşlaştırıp öfkeyle püskürten neden içsel bir sitemden mi yoksa çevresinin etki ve baskısından kaynaklanan harici bir mihrakın tetiklemesinden mi kaynaklanmaktadır.
Peki neden bu şehirler. İlk önce taşın adreslerini mercek altına alalım. Gazze neyi, Taif neyi ve Kürdistan neyi temsil ediyordu ki, hep taş atan çocukların beşiği olmuşlardır.  Siz de takdir edersiniz ki aynı türden her eylemi aynı kategoride değerlendirmek mümkün olmadığı gibi aynı türden her eylemin aynı nedenden kaynaklandığına hükmetmek de mümkün değildir. Öyleyse her eylemi kendi zaman ve zemininde değerlendirmek en objektif değerlendirme ölçeği olacaktır. Bu farklı minval açısından bakıldığında Taif’te atılan taşlarda ya da taşı attıran zihniyetin bilinçaltında yatan gerekçe şuydu: Yaratandan yaratılana uzanan mesajı insana ulaşmadan taşlayarak öldürmekti, Tek Bir’e kul olup herkese karşı özgür kalma yerine, Taif’te çocuklara taş attırılan zihniyetin amacı. Tek Bir’e başkaldırıp herkesi köleleştirme temayülüne matuftu bir hamleydi. Gazze’de de atılan taşlarının amacı malumdu: Tahrif edilmiş bir dinin yayılma sürecine set olmaktı. Gasp edileni gasp edenden geri almak için topa taşla karşılık vermekti.  Kudus’un bağını özgeçmişinden koparmaya kalkışanlara isyan bayrağıydı. Vahy’in beşiği olan Kudus’un Orta doğunun merkez üssü olmasına tahammül edemeyenlere bir Salahaddini duruş, karşı koyuş ve dirilişin adıydı.
Taifi anladık, Gazze’yi de. Taş atan ile atılan arasındaki farklılıklar o kadar çoktu ki; onları aynı çatının altında bütünleştirip birleştirmek adeta imkânsızlıkla eşdeğerdir.  Peki ya Kürdistan, kafa dilleri farklı olsa da gönül dilleri hep aynı olanlar, ten renkleri farklı tonda olsa da iç alemlerinin hassasiyetleri hep aynı olanlar, vazgeçilmez değerleri aynı,  mukaddesatları aynı, Allah’ı aynı, peygamberi aynı, kitap aynı Kabe’si aynı, beslendikleri toprak aynı, teneffüs ettikleri hava aynı; peki farklı olan ne, o fark, gül atması gereken ellere taş attıracak kadar mı büyük ya da kapanılmazdı. Hiç de sanmıyorum yaranın bu kadar derin olduğuna, bu bilinen, teşhisi konulan, malum ama sürekli meçhul diye üstü örtülen ve her ne hikmetse hep birileri tarafından tedavisi imkansız esrarengiz bir veba gibi bizlere servis edilen hastalığın dermansız olduğuna. Zira öyle bir ortak bir şemsiyemiz var ki, bizi bütün farklılıklarımızla çatısı altında barındıran, ortak değerler etrafında birleştirip bütünleştiren, hiç kimseyi kayırmayan, diğerini ötekileştiremeyen, farklılıklarımı farkındalıktan öte zenginlik addeden bir şeysiye. O şemsiyenin henun havası hiçbir ortak değerin bozulmasına sebebiyet vermeyecek kadar kutsal bir mumya, her türlü yarayı tedavi edecek kadar etkileyici bir iksir. Yeter ki bu kavurucu sıcaklıktan onun serin gölgesine sığınalım. O zaman çocuklarımızın ellerine taş değil gülün yakıştığını, gaz fişekleri yerine kalemlerin olması gerektiğini göreceğiz. Bizim bize hakkımız yok bu masumlara ne hakkımız var Allah aşkına.
Çocuk, adı üstünde çocuk; adı gibi fıtratı pak, gönül levhası parlak bir varlıktır. Ebeveynin is ve kirinden nasip almaksızın hayata merhaba diyecek kadar masum ve kutsal. Allah’ın sıbğasıyla boyanmış bir mindal bembeyaz bir levhayı andıran hüviyetiyle hayata gözlerini açar. Renklerden çocuğu sembolize edecek en uygun renktir beyaz. Takdir edersiniz ki lekelenmeye, kirlenip kirletilmeye en müsait renk de beyazdır. İşte çocuğunda en büyük şansızlığı ve zaafı da sahip olduğu bu renk olsa gerek. Kimisi beyazının üstüne matemin ve karamsarlığın nişanesi olan zifiri bir kara çeker, kimisi boğayı çıldırtan bir al, kimisi öz kimliğinden soyutlamak için gökkuşağına büründürür kimisi de her türlü renge gebe olacak kadar bükelemunleştirir. Oysa Allah’ın temiz yarattığını kirletmeye kimsenin hakkı da yoktur haddi de değildir.
         Kimi verir minik ellerine gülü, güldeste kesilir yarınları gülistana çevirir,
Kimisi verir eline kalemi yarınların medeniyet inşasına ilmik atar,
Kimisi verir eline taşı baş yarar,
Kimisi verir eline bıçağı silahı baş keser.
Zira o beyazdır her rengi kabul eder.
         Bazen minik pazılarını yoran taşlar Taif’te yarınların pişmanlığında gösterir kendisini, mübarek baştan akan kanın çarıklarına dolmasına sebebiyet verir, sonra da ona taş attıran zihniyete ömür boyu lanetler okutur.
         Bazen özgürlüğe hasretin öfkesi olur Gazze sokaklarında tankların namlusundan çıkan mermilere kafa tutar, yarınlarda özgürlüğe giden yolun minik kilit taşı olur ölümsüzleşir.
         Bazen hak edilmiş hakkını gasp edenden elde etmek için bir başka haksızın piyonu olur Kürdistan kolanlarında.  Aslında atan da attıran da attırılan da içinde bir eziklik hisseder ama bir kere düşmüşleridir nefsin girdabına.
Ey Taif, gül uzatılması gerekene taş attırdığın için çocukların asla seni affetmeyecekler ve sensiz yarınlara merhaba diyerek seni tarihe kurtarıcısına taş atan şehir olarak teşhir edeceklerdir.
Ey Gazze, zulme karşı direnişte yarınlara hazırladığın çocukların yarınların hep özgürlük muştularını dillendireceklerdir. Ve tarih bir medeniyetin minik pazılar üzerinden nasıl yükseldiğine şahitlik edecektir.
Ey Kürdistan, Taş attıran, gerçek amacını gizleyerek onu kendi emellerine kalkan ettiğinden taş atılan da taş atanı fıtrat kimliğinden mahrum bıraktığında çocukların yarınlarda seni hayırla yad etmeyecektir. Bana mutlu ve Yusuf’un annesinden olan diğer kardeşlerimle beraber bir hayatı kurmama fırsat vermeyip beni yalnız ve güçsüz bıraktığın için seni asla affetmeyeceklerdir.
Dikkat edin üç resmin ana gövdeleri farklı olmakla beraber ortak olan paydası, figüran olarak sahneye sürüleninin fıtrat kodlarıyla oynanmasıdır.
Şu bir gerçek ki, babaları tarafından kullanılan çocuklar yarınlarda babasız kalmaya mahkum oldukları gibi bugün çocuklarını günahkar emellerine kalkan yapan babalar da evlatsız kalmaya mahkumdurlar
Her kim yaparsa yapsın savaş gibi bir günaha çocuk gibi bir masum kalkan yapılamaz.
Hangi birimiz soyu kesik biri olmak ister.
Soyu kesik olana Kuran Ebter der